Jessica Bennett‘in bu söyleşi 26 Mart 2024 tarihinde “Judith Butler Thinks You’re Overreacting” başlığıyla New York Times’ta yayımlandı, Mercan Baş Velvele için Türkçeleştirdi.

Felsefeci, feminizm ve queer teorisyeni Judith Butler’ın yeni kitabı “Who’s Afraid of Gender?”ı okurken yaptığım ilk iş, sadece giriş bölümünde 41 kez geçen “fantazma” kelimesinin anlamına bakmak oldu.

Fantazma, yanılsama anlamına geliyor; yani “toplumsal cinsiyet fantazması” korku ve fanteziye dayanan bir tehdit. İkinci olarak ise başlığa kıkırdadım çünkü “Toplumsal cinsiyetten kim korkar?” sorusu zihnimde “Yoksa ben mi?” düşüncesini uyandırdı.

Günümüzde toplumsal cinsiyet hakkında konuşmak, on yılı aşkındır toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerine yazan ve bir zamanlar New York Times’ın “toplumsal cinsiyet editörü” unvanını taşıyan biri için bile o kadar gerginlik verici, politik ve bir “kelimeler savaşı”ndan ibaretmiş gibi gelebiliyor ki üzerine tartışmak, hatta sohbet etmek bile imkansız görünebiliyor. Ezoterik bir filozofken pop ikonuna dönüşen Butler’ın, modern dünyada toplumsal cinsiyetin; Rusya’da ulusal güvenliğe, Vatikan’da medeniyet anlayışına, Amerika’da geleneksel aile yapısına ve (birtakım muhafazakarlar tarafından) çocukların pedofili ve istismardan korunmasına karşı nasıl bir tehdit olarak kurgulandığını detaylı biçimde ele alan kitabının hedeflediği okuyucu muhtemelen benim.

Özetle, Who’s Afraid of Gender? “toplumsal cinsiyet”in yalnızca iki kelimeyle insanları korkudan nasıl çılgına çevirdiğini anlatıyor. Butler’ın bu son kitabı,”performatif toplumsal cinsiyet” fikrini ana akımlaştıran, ilk ve en ünlü kitabı Cinsiyet Belası’ndan otuz yılı aşkın bir süre sonra geldi. Görünen o ki o zamandan bu yana 15 kitap kaleme alan Butler, süregelen bir kültür savaşı varken dahi konuya geri dönmeye tenezzül etmemişti, ta ki politik olan kişiselleşene dek.

Butler, 2017 yılında Brezilya’da yaptığı bir konuşma esnasında fiziksel saldırıya uğradı ve “İdeolojinizin canı cehenneme” diye haykıran protestocular Butler’ı temsil eden bir kuklayı yaktılar.

Fikirlerinizin bu kadar yaygın ve rahatsızlık verici olduğu bir dünyayı hiç tahayyül etmiş miydiniz?

Cinsiyet Belası’nı yazdığımda beş ders verirken bir yandan da kimsenin okumayacağını düşündüğüm bu kitap üzerinde çalışan bir öğretim görevlisiydim. Yine de yalnızca kendi adıma değil; feministler, geyler, lezbiyenler ve toplumsal cinsiyeti norm dışı şekillerde anlamaya çalışan diğerleri adına da konuştuğumu biliyordum. Bugün ise fikirlerimden korkanlar beni okumayan insanlar. 

Başka bir deyişle, korktukları şeyin fikirlerim olduğunu düşünmüyorum. Onlar korkacak başka bir şey bulmuşlar: kim olduğuma ya da neye inandığıma dair bir çeşit fantezi.

Tabii ki karikatürize edilen sadece benim görüşlerim değil, daha geniş anlamda toplumsal cinsiyet – toplumsal cinsiyet çalışmaları, toplumsal cinsiyet odaklı politikalar, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal cinsiyet ve sağlık hizmetleri, içinde “toplumsal cinsiyet” geçen her şey, en azından bazıları için korkutucu olma potansiyeli taşıyor. 

Peki, kim korkuyor toplumsal cinsiyetten?

Kuir teorisyen bir arkadaşıma kitabın ismini söylediğimde bana “Toplumsal cinsiyetten herkes ama HERKES korkar!” dedi.

Bana göre toplumsal cinsiyetin ne olduğuna, ne kadar yıkıcı ve ürkütücü olduğuna dair bir dizi safsata dolaşıma sokan birçok gücün olduğu apaçık ortada. 

Viktor Orban, Vladimir Putin, Giorgia Meloni, Rishi Sunak, Jair Bolsonaro, Javier Milei, Ron DeSantis ve elbette Donald Trump gibi figürlerin yanı sıra, Oklahoma, Teksas ve Wyoming gibi eyaletlerde pek çok ebeveyn ve topluluk toplumsal cinsiyetin öğretilmesini ya da kitaplarda toplumsal cinsiyete atıfta bulunulmasını yasaklayan yasalar çıkarmaya çalışıyor.

Belli ki bu insanlar toplumsal cinsiyetten çok korkuyorlar. Ona aslında sahip olmadığını düşündüğüm bir güç yüklüyorlar. Üstelik bunu kendilerini Gender Critical [toplumsal cinsiyeti eleştiren] diye tanımlayan trans dışlayıcı feministler de yapıyorlar. 

Sizi bu konuyu tekrar ele almaya iten ne oldu?

Demokrasinin geleceği üzerine bir konferans için Brezilya’ya gidiyordum. Etkinlik öncesinde konuşma yapmamam için dilekçelerin imzalandığını ve toplumsal cinsiyetin “papisa”sı [kadın papası] olarak görüldüğüm için protestocuların bana odaklandığını öğrendim. Nasıl olduğundan emin olmamakla birlikte böyle bir ünvana layık görülmüşüm.

Erken gittiğim mekandan dışarıdaki kalabalığı duyabiliyordum. Üstelik açıkça antisemitik olduğunu düşündüğüm, boynuzlu, şeytani kırmızı gözlere sahip, canavarımsı ve bikinili bir kuklamı yapmışlardı. Yani, bikini ne alaka?

Sonuç olarak kuklam yakıldı ve temsilen de olsa bu beni dehşete düşürdü. Daha sonra, dönüş yolunda partnerimle havaalanında saldırıya uğradık: Bir kadın büyük bir el arabasını üstüme sürdü ve nedenini anlayamadığım bir şekilde pedofili ile alakalı bir şeyler bağırıyordu. 

Size siper olarak darbe alan genç adama teşekkür ettiniz. Bu olay “pedofili” yakıştırmasıyla ilk karşılaşmanız mıydı?

Daha önce Yahudi felsefesi üzerine yaptığım bir konuşma esnasında arkadan biri “Elinizi çocuklarımızdan çekin!” demişti. O sırada ne kastettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sonradan anladım ki toplumsal cinsiyet karşıtı ideoloji hareketinin çalışma prensibi şöyle: Eğer eşcinsellik tabusunu yıkarsanız, eşcinsel evliliğin, cinsiyet uyumlanmasının önünü açarsanız, ahlak yasalarının temelini oluşturan tüm doğa kanunlarından kopmuş olursunuz ki bu da Pandora’nın kutusunu açarak tüm sapkınlıkların ortalığa dökülmesine sebep olmak demektir.

Onur Haftası'nı selamlıyoruz Onur Haftası'nı selamlıyoruz

Söyleşinin tamamını velvele'den okuyabilirsiniz. 

(New York Times’ın notu: Bu söyleşi anlaşılır olması için kısaltılmış ve düzenlendi)