Siyasal liderlik gücü temsil eder; toplum liderliği gönülleri fetheder.
Zaman gösteriyor ki yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır.
Peki, nedir bu paradigma?
Bu paradigma, siyasal liderliğin tekeline karşı toplumsal dengeyi güçlendiren ve dayanışma, ortak bilinç ile meşruiyet işlevi gören toplum liderliğidir.
Toplumsal liderlik ve siyasal liderlik tarih boyunca çoğu zaman birbirini tamamlayan iki ayrı yüz gibi var olmuştur. Toplum liderliği, dayanışmayı, ortak bilinci ve barışı esas alır; siyasal liderlik ise devletin kurumsal yapısını temsil eder. Ancak modern ulus-devlet sürecinde bu iki alan tek bir bedende birleşmiş, siyasal liderlik toplumsal liderliğin de yerini almıştır. Bugün yaşadığımız birçok siyasal ve toplumsal kriz, işte tam da bu nedenle ortaya çıkmaktadır: toplum liderliğinin siyasal alanın gölgesinde bırakılması, dengeyi bozan temel faktör haline gelmiştir.
Toplum liderliği, siyasal liderliğin baskıcı ve keyfî uygulamalarına karşı toplumsal meşruiyeti, ortak değerleri ve ikna gücünü harekete geçirerek bir denge unsuru işlevi görür. Bu bağlamda, toplum liderliği “soft power[1]” niteliği taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Tarihsel Arka Plan
Osmanlı Millet Sistemi ve Cemaat Liderliği
Osmanlı İmparatorluğu’nun en belirgin toplumsal örgütlenme biçimlerinden biri millet sistemiydi. Burada “millet” kavramı etnik kökeni değil, Arapçadaki millah kelimesinden türeyerek “din, itikad, iman topluluğu” anlamını taşımaktaydı.
Millet sistemi içinde, farklı dinî toplulukların (Rum Ortodoks, Ermeni, Yahudi, Müslüman vb.) kendi cemaat önderleri bulunmaktaydı. Bu liderler yalnızca dinî rehberlik yapmakla kalmaz, aynı zamanda eğitim, hukuk, vakıflar ve toplumsal dayanışma gibi alanlarda da yetkiye sahipti. Örneğin, Rum Ortodokslar için Başpiskopos, Ermeniler için Patrik, Müslüman cemaatler için ise Müftü, hem dinî hem de toplumsal liderlik işlevini üstlenmekteydi. Bunun yanında Osmanlı döneminde toplum liderliği yalnızca müftülerle sınırlı değildi; Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli ve Mevlana gibi düşünür ve manevi önderler, toplumda boşlukları doldurarak halkın vicdanını, kültürel birikimini ve toplumsal değerlerini temsil etmişlerdir.
İslam dünyasında halife hem siyasî hem de dinî lider olarak görev yapmaktaydı; ancak geniş coğrafyalarda tüm dinî ihtiyaçların doğrudan karşılanması mümkün olmadığından, bu görev ikili bir sistem aracılığıyla yerel makamlara devredilmişti.
Padişah, hem siyasal hem de toplumsal liderliğini uhdesinde bulunduran bir gücü temsil ediyor ve bu yetkileri temsilciler aracılığıyla tabana yansıtıyordu. Padişahın, Siyasal liderlik vasfı, sadrazam ve eyalet valileri aracılığıyla yürütülürken, toplumsal liderlik vasfı, şeyhülislam ve yerel dinî önderler eliyle sağlanıyordu. Bu sistemde kadı, hükümet tarafından atanan ve daha çok yargısal ile idarî görevler üstlenen bir din otoritesini temsil ediyordu. Buna karşılık müftü, cemaat tarafından seçildiği için halkın rızasına dayanan bir dinî liderdi. Müftülük makamı şeyhülislama bağlıydı ve seçimle işbaşına gelirdi[2]. Osmanlı coğrafyasında Meşrutiyet’e kadar bir parlamento görülmemiş olsa da, müftülerin seçimle göreve gelmesi dikkat çekici bir uygulamaydı. Cemaat liderleri (müftüler), bulundukları bölgelerde müderrisler, büyük camilerin imam ve hatipleri, belediye encümenleri ve yerel idareciler tarafından seçilir; seçim sonuçları şeyhülislamlık makamına bildirilir ve padişahın onayıyla kesinleşirdi[3]. Benzer usuller, diğer dinî cemaatlerin önderlerinin tayininde de geçerliydi[4].
Bu ikili tasnifte en önemli nokta şudur: Kadı seçimle işbaşına gelmediği için cemaat liderliği işlevini üstlenemezken, müftü seçimle göreve geldiği için hem dinî otorite hem de toplumsal temsil bakımından cemaatin gerçek lideri olarak görülmekteydi[5].
Kıbrıs’ta Toplum Liderliği ve İngiliz Yönetimi
İslâm dünyasında asırlardır cemaatin hem dinî hem de toplumsal liderliğini üstlenen makamların başında müftülük gelmekteydi. Müftü, yalnızca dinî meselelerde fetva veren bir otorite değil, aynı zamanda seçimle iş başına gelmesi sayesinde cemaatin rızasını arkasına alan bir toplum lideri idi. Kadı, hükümetin atadığı bir makam olarak daha çok yargı işleviyle sınırlı kalırken, müftü cemaatin seçtiği ve bu nedenle halkın temsilcisi olarak görülen kişi olmuştur. Bu durum, müftülüğün dini kimliğinin yanı sıra sosyal-siyasal bir liderlik makamı olmasını sağlamıştır.
Kıbrıs’a Türklerin yerleşmesinden sonra ada Müftülüğü ihdas edilmiş ve bu makam uzun süre Menteşzade ailesi gibi köklü aileler tarafından temsil edilmiştir. Osmanlı döneminde müftülük seçimle belirlenmiş, İstanbul’a gönderilen arzımahzarlarla (cemaatin görüşünü yansıtan dilekçe) Halife’nin onayı alınarak atamalar yapılmıştır. Bu usul, müftülüğün hem meşruiyetini hem de toplumla olan güçlü bağını korumuştur.
İngiliz yönetimi 1878’de adaya hâkim olduğunda mevcut müftülük makamını tanımış, Müftü Seyid Ahmed Zade Asım Efendi görevine devam etmiştir. Onun ölümünden sonra Müderris Ali Rıfkı Efendi, İstanbul’a gönderilen arzımahzarlarla desteklenerek Kıbrıs Müftüsü tayin edilmiş ve 1909’a kadar görevde kalmıştır. Ardından Hacı Hafız Ziya Efendi yine arzımahzarlarla seçilmiş, 1927’ye kadar bu görevi yürütmüştür.
1927’de Ziya Efendi’nin tekaüdü üzerine, Türkiye’de hilafet ve İslâm Din Bakanlığı’nın kaldırılmış olması sebebiyle yeni bir tayin yapılamamış; bu boşluğu dönemin valisi kendi tasarrufuyla Hürremzade Hakkı Efendi’yi atayarak doldurmuştur. Böylece müftülük makamının yetkileri yalnızca fetva vermekle sınırlandırılmış, nihayet 1928’de tamamen lağvedilerek yerine Evkaf’a bağlı Fetva Eminliği ihdas edilmiştir.
Bu değişiklik, basit bir isim farklılığından öte, müftülüğün asırlardır sahip olduğu toplumsal ve dinî otoritenin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Müftülük makamının kaldırılmasıyla birlikte Kıbrıs Türk toplumunun seçilmiş ve rızaya dayalı liderlik mekanizması ortadan kalkmış, yerine İngiliz yönetiminin tayin ettiği ve toplum nezdinde meşruiyeti bulunmayan bir yapı bırakılmıştır. Komisyon raporunda da vurgulandığı gibi, bu müdahale Kıbrıs Türk toplumunu tatmin etmemiş, bilakis “13 asırlık İslâm geleneğinin ve üç buçuk asırlık Kıbrıs müftülük kurumunun sonu” olmuştur.[6]
Sonuç olarak, İngiliz yönetimi müftülüğü kaldırarak yalnızca bir dinî kurumu değil, aynı zamanda toplum liderliğini temsil eden önemli bir makamı da ortadan kaldırmış; böylece Kıbrıs Türklerinin kolektif temsil gücünü büyük ölçüde zayıflatmıştır.
Toplum Liderliği Arayışı ve Türk İşleri Komisyonu
Kıbrıs Türk toplumu, adanın İngiltere’ye devredilmesiyle birlikte daha önce sahip olduğu milleti hâkime konumundan milleti mahkûme durumuna düşmüş ve bu durum ciddi bir statü kaybına yol açmıştır. Cemaat liderliğinin etkinliğinin ortadan kalkması, toplumun varoluş endişesine kapılmasına neden olmuştur. Bu kaybolan statüyü yeniden kazanmak ve toplumsal travmaları gidermek amacıyla, toplum liderleri sürekli bir arayış içinde olmuştur. Bu süreçte, karşılarına çıkan fırsatları değerlendirmek için çaba gösteren aydın insanlar ön plana çıkmıştır.
Müftülük makamı ve vakıfların işlevlerinin sınırlandırılması, Kıbrıs Türk toplumunun varoluş nedenlerini tehdit etmişti. Toplumun tekrar dirilebilmesi ve yeniden varlık gösterebilmesi için bir fırsat doğmuştu. Bu fırsat, II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda alınan kararlarla gündeme gelmiş; BM Şartı’nın 1/2, 73 ve 76. maddeleri halkların kendi kaderini tayin hakkını güvence altına alarak sömürge ülkelerinin kendi geleceklerini belirleme hakkını tanımıştır.
Bu bağlamda İngiltere, Kıbrıs’a Lord Winster’i vali olarak atamış ve adadaki topluluklardan kendi taleplerini raporlaştırmalarını istemiştir. Kıbrıs Türk toplumunun İngiliz Koloni İdaresi’ne karşı yıllarca süren mücadelesi, sesini duyurma gayreti ve eski kurumlarına yeniden kavuşma talebi nihayet karşılık bulmuş; 11 Haziran 1948’de, Kıbrıs Türk halkını ilgilendiren konuları incelemek ve tavsiyelerde bulunmak üzere Türk İşleri Komisyonu (Committee on Turkish Affairs) kurulmuştur. Komisyonun başkanlığına ise Hakim Mehmet Zeka Bey getirilmiştir.
1949’da oluşturulan Türk İşleri Komisyonu, Kıbrıs Türk toplumunun geleceğine dair vizyon ortaya koyan en önemli kurumlardan biri olmuş; hazırladığı rapor ise adeta toplumun vizyon belgesi niteliğini taşımıştır. Raporda, milli eğitimden kültürel haklara, vakıflardan müftülüğün ihdasına; şeri mahkemelerin modern mahkemelere dönüşümünden aile mahkemelerinin medeni hukuk çerçevesinde revize edilmesine kadar geniş bir çerçeve ele alınmış ve toplum liderliğinin yönlendirici misyonu açıkça ortaya konmuştur.
Komisyonun son derece öz veri ile hazırladığı raporu İngiliz İdaresi uygulamada ilgisiz kalmıştır. Bu durum, Komisyonun 21 Ekim 1949’da Halkın Sesi gazetesinde açıklama yapmasına ve raporun uygulanmasının yalnızca Hükümetin yetkisinde olduğunu vurgulamasına yol açmıştır. İngiliz yönetiminin kayıtsızlığı karşısında toplum kuruluşları tam bir güç birliği içinde hareket etmiş; 10 Eylül 1949’da Halkın Sesi gazetesi, önde gelen kuruluşların yan yana çalışmalarını resimlerle yayımlayarak “8 Eylül, Kıbrıs Türk Cemaatinin siyasi hayatında birlik ve beraberliğe doğru attığı ilk adım günüdür” ifadesini kullanmıştır. Böylece, toplum liderlerinin girişimleri sonuçsuz kalsa da Kıbrıs Türk siyasi hayatında birlik ve dayanışmanın ve modern dönemin yeni toplum liderliğinin ilk adımları atılmış oldu.[7]
Mehmet Zeka Bey ve Yeni Toplum Liderliği Modeli
Kıbrıs Türk toplumu, 1949’da Türk İşleri Komisyonu aracılığıyla ileri düzey bir toplum liderliği perspektifi sergilemiştir. Komisyonun toplandığı salonda İngiliz vali Mehmet Zekâ Bey için şunları ifade etmiştir: “Mehmet Zekâ Bey’in bu görevi layıkıyla yürüteceğine, Kıbrıs Türk toplumunun refah ve saadetine hizmet edeceğine olan inancım tamdır. Sunacağınız önerilerin cemaatinize daha büyük bir mutluluk getireceğinden şüphem yoktur. O zaman isimleriniz şerefle Kıbrıs tarihine yazılacaktır.”[8]
Komisyon, Mehmet Zekâ Bey’in önderliğinde vakıfların ve müftülüğün ihdasını talep ederken, aile mahkemelerinin ve şeri mahkemelerin modern hukuk ve medeni kanunla değiştirilmesini, müftünün rızasına dayalı bir süreçle gerçekleştirmeyi önermiştir. Toplum içinde ne laik-anti laik bir mücadele ne de şeriat talebinde bulunan bir müftü vardı. Mecelle’de yer alan “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” ifadesi, zaman ve koşullara göre bazı içtihadi hükümlerin değişebileceğini bilen bir din adamı portresini ortaya koymaktadır.
Mehmet Zekâ Bey, Finlandiya’yı “Beyaz Zambaklar Ülkesi”ne dönüştüren Snelman ve arkadaşlarının din adamlarıyla kurdukları uyumlu ilişkilerin bir benzerini ülkemizde hayata geçirmek için toplumun her bireyiyle iş birliği içinde adımlar atmış ve bunu komisyonun çalışmalarıyla göstermiştir. Snelman’ın din adamlarını toplumdan soyutlamayan yaklaşımı, Mehmet Zekâ Bey’in müftü ile kurduğu diyalog ve rıza temelli iş birliğiyle paralellik göstermektedir. Bu durum, toplum liderliğinin siyasal bir gömlek olmadığını, kimlik ayrımı gözetmeden herkesi kapsayan bir makam olduğunu ve Mehmet Zekâ Bey’in attığı adımların modern dönemin yeni toplum liderliği örneğini yansıtması açısından son derece önemlidir.
Bugün ülkenin geldiği noktaya bakıldığında, toplum liderliğinden oldukça uzak olduğumuzu söylemek mümkündür. Peki, modern dünyanın geldiği noktada toplum liderliği ne durumdadır?
Modern Dönemde Toplum Liderliği Eksikliği
Ancak modern dönemde, özellikle ulus-devletleşme sürecinden sonra, Kıbrıs Türk toplumunda toplum liderliği siyasal liderliğin gölgesinde kalmış ve büyük ölçüde erimiştir. Bir zamanlar toplum lideri pozisyonunda olan kişiler sistemin dışına itilmiş, postnişin olarak kabul edilen liderler laik sistemin baskısıyla statü kaybına uğramış ve toplumdan soyutlanıp varoluş endişesine düşmüştür. Bu durum yalnızca tarihsel bir kırılma değil, aynı zamanda modern toplum için de önemli bir eksiklik yaratmıştır. Siyasal liderliğe havale edilen çözüm beklentisi, iktidarların sertleşmesine, toplumun apolitikleşmesine ve her şeyi devletten bekleyen bir zihniyetin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Günümüzde akademisyenler, bilim insanları, din adamları, sanatçılar ve insan hakları savunucuları, modern toplum liderleri olarak bu boşluğu doldurmalıdır; aksi hâlde toplumsal denge ve ortak bilinç sağlanamaz.
Avrupa ve Gazze Örnekleri
Avrupa’da modern sivil toplum, kilise ve lonca gibi geleneksel cemaat yapılarını örnek almış, ancak yalnızca bunların üzerine inşa edilmemiştir. Sivil toplumun güçlenmesi, aydınlanma düşüncesi, demokratik değerler ve hukukun üstünlüğü gibi seküler fikirlerin etkisiyle de gerçekleşmiştir. Toplumsal liderlik, zamanla sendikalar, akademik çevreler ve entelektüel gruplar aracılığıyla gelişmiş; özellikle II. Dünya Savaşı sonrası demokratik rejimlerin istikrar kazanmasında belirleyici olmuştur.
Toplum liderliğinin en somut örneği, Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya’dır. Finlandiya’nın bugün ulaştığı noktayı belirleyen temel dinamik, Johan Vilhelm Snelman ve arkadaşlarının siyasi bağımsızlıktan önce başlattığı toplumsal bilinç ve eğitim seferberliğiyle şekillenen toplum liderliğidir. Bu liderlik, ulusal birliği sağladıktan sonra siyasal liderliğin inşasına zemin hazırlamıştır.
Avrupa toplum yapısı, modern toplum liderliğini temsil eden kurumların varlığı açısından, doğu toplumlarına oranla çok daha ileri ve duyarlıdır. Buna karşılık, modern dünyanın utanç tablosu olan Gazze’de yaşanan dramda devletlerin suskunluğu—yani siyasal liderlerin kirli çıkar ilişkileri dolayısıyla “ülkelerin çıkarları” gerekçesiyle sessiz kalmaları—siyasal liderliğin ikiyüzlülüğünü göstermesi açısından anlamlıdır.
Ancak buna rağmen toplumların duyarlılığı, çıkarcı ve makyavelist liderlerin maskesini düşürmüş, siyasal liderlere rağmen toplum liderleri harekete geçmiştir. Gazze’ye destek amacıyla ortaya çıkan aktivist hareketler, sivil toplum örgütleri ve bireysel inisiyatifler, devletlerin siyasal tavır almasına yol açmıştır. Fransa’dan Avrupa’nın farklı ülkelerine kadar birçok aktivist, toplum liderliği rolü üstlenerek siyasal mekanizmaları harekete geçirmiştir. Örneğin, İtalya ve Malezya liderleri, Sumud Filosu’na katılan vatandaşlarının güvenliğini sağlama taahhüdünde bulunmuş; Fransa’da sanatçılar ve sivil toplum kuruluşları insani yardım için harekete geçmiştir. Bu gelişmeler, toplum liderliğinin siyasal liderlik üzerinde güçlü bir etki yaratabileceğini göstermektedir
Sonuç
Doğu Dünyasının ve özelde ülkemizin genel durumuna baktığımız zaman, toplum liderliğini temsil edebilecek sivil inisiyatifler, akademik çevreler ve yerel kuruluşlar büyük ölçüde suskundur. Siyasal liderlik, toplumsal liderliğin ruhunu yok etmiş, toplumu ayrıştırmış ve dayanışmayı zayıflatmıştır. Yeni kurulan partiler ise kalıcı bir değişim yaratma umudu taşımamaktadır. Oysa toplumun yeniden nefes alabilmesi, siyasal liderliği dengeleyecek ve yönlendirecek güçlü sivil liderliğe bağlıdır. Akademik camianın, yerel örgütlenmelerin ve bağımsız kurumların harekete geçmesi, toplumsal duyarlılığı diri tutacak mekanizmaların oluşturulması şarttır. Finlandiya örneğinde olduğu gibi, toplumun her kesimiyle diyaloğa giren, kimseyi ötekileştirmeyen ve ortak bir gelecek vizyonu kuran bir liderlik modeli inşa edilmelidir. Bugün ülkemizde toplumsal değişime olan inancı uyandırabilecek olan tek başına siyaset değil; herkesi kapsayan, “ne olursan ol gel” diyebilecek toplum liderliğidir.
Selçuk Genç.
[1] Soft power, Joseph Nye tarafından geliştirilmiş bir kavramdır ve bir aktörün (devletin veya liderin) zorlayıcı güç kullanmadan, kültür, değerler ve ikna yoluyla etki oluşturma kapasitesini ifade eder.
[2] Doğuştan, Günümüze Büyük İslam Tarihi, Cilt 12, Çağ Yayınları, İstanbul, 1993, s. 423. (Şeyhülislam ve müftü tabirleri, kaynaklara ve araştırmalara göre II. Murad döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır¹. Nitekim Fatih Kanunnamesi’nde her iki tabire de rastlanmaktadır.)
[3] Sadık Albayrak (1996). Son Devir Osmanlı Uleması (İlmiye Sınıfının Teracim-i Ahvali) I-II. İstanbul: İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayını.
[4] Sarioğlu, Tarık. “Osmanlı’da Cemaat Meclislerine Bir Örnek: 19. Yüzyıl Sonlarında Uzunköprü (Cisr-i Ergene) Cemaat Meclisleri (1883-1903).” Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 25, Özel Sayı, 2023, ss. 385-414.
[5] Türk İşleri Komisyonu 1949 Ara Raporu 4. Bölüm Müftülük sayfa. 23.
[6] Türk İşleri Komisyonu 1949 Ara Raporu 4. Bölüm Müftülük sayfa. 24.
[7] Hakkı Atun, Kıbrıs’ta Evkaf İdaresi’nin Kısa Tarihi (Lefkoşa: Okman Printing, Ekim 2021), ss. 36-37.
[8] Türk İşleri Komisyonu 1949 Ara Raporu Vesika No. 1. sayfa. 54.
(gencselcuk2661@gmail.com)