Demet Evgar’a baktığım zaman, kadınlara dair müthiş projelerde yer aldığını görüyorum. Sesi, soluğu, kadın duruşu, ilk izlenimde hemen fark ediliyor. Kliplerini hiç izlediniz mi daha doğrusu dinlediniz mi -dinelememişseniz dinleyin- onlarda bile bir duruş var, ses var fakat müzikteki ses değil kastettiğim; içimizdeki ses, insanın sesi, kadının sesi daha yüksek daha güçlü bir tonda.


Bir “nanay” klibi, izlenmeli dinlenmeli mesela; en çok da “insan istemiyor kimseyi bazen, insan çekemiyor kimseyi bazen” dediğiniz bir anda. Renkli bir kişilik ki kendisi ailesine bağlıyor bu renkliliği ve ne kadar haklı ailesine bağlamakta; hayatını dinlediğiniz zaman.


Kadın duruşunu, çocuk yetiştirme konusundaki düşüncelerini seviyorum. Ne güzel düşünceler onlar öyle siz de bir dinleyin derim. Gerçekten de bir demet “bahar” sunuyor çevresine.


Dizilere şöyle bir göz atarım, derinliği olanları ise neredeyse her repliğine kadar da izler dinlerim. Mimikler, konuya bakış, anlam, yorum, her şey önemli. Sadece kafa dağıtma amaçlı izlemem izleyeceksem. Kafa dağıtmak için izlediklerim de olur ve sonrasında kafamı pek de toplayamam. Sanırım bunu sevme nedenim bir zamanlar senarist olma isteğimden geçiyor ki bu istek sönmüş değil. Hiç unutmam öyle etkilenmişim ki bir gün okuduğu mavi huydur bende şiirinden Demet’in, yazmakta olduğum bir oyuna not almıştım; “mesela Demet’in sesinden olabilir bu şiir diye.” Sesinin rengi, hayata dair duruşunun rengi öyle göz alıcı güzellikte ki; iyi ki var demeden geçemiyorum.


Kadın, kadın, kadın. Kadın’a dair projelerde aklıma gelen ilk isimlerden biri de O. Belki de ağırlıklı ve tek neden olarak; kadının olması gereken yeri destekliyor diyedir bu düşüncem.


Şu an gösterimde olan “Bahar” adlı dizide yine kadına öyle bir sesleniyor, kadına öyle bir dikkat çekiyor ki; bunu ilk önce yine kadın fark ediyor. Şiirleri seviyor bu kadın, şiirleri seven kadınlar bu kadını seviyor. Şiirle başlaması, sizi dizi izlemeye itiyor.


Hangimiz yara almıyor ki hayatta, hayat diye genellediğimiz hangi insan, bilerek ya da bilmeyerek yaralamıyor ki diğer bir insanı. Yaralar yüzünden genelliyoruz karşımıza her çıkan insanı, güvenimiz zedeleniyor, yara bantları ile dolan yüzümüz, yüreğimiz, bedenimiz daha çok yara kabul etmiyor desek de yeniden yine yara alıyor, alacak. Biz fark etmedikçe, fark ettiklerimizle mücadele etmedikçe ve bazen de vazgeçmedikçe mücadele etmekten –bazı konularda- bu yaralar ve yaralayanlar hep ama hep devam edecek bir kısır döngü içinde. Kadının döngüsünü konuşmak gerek oysa sadece. Kadının döngüsünün sorunsuz olabilmesi için hayatının da sorunsuz olması gerektiğini, dengesinin bozulmaması gerektiğini. O halde Turgut Uyar desin ki;


“Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de”


Değişen kadın, değişen dünya, değişen eş, değişen çocuk, değişen insan, değişen insanlık… Bunlar böyle mi gerçekten de? Değişim, üzerine düşünülmesi gereken bir kelime “kadın” deyince. Çünkü değişmek değil de özüne dönmek vardır. Ya karşınızdaki yüzünden iyi ya da kötü yönde değişir ya da özünüzü korursunuz. Değişim bir nebze de öze dönmek. O halde özde kalalım, özde kalacağımız insanlarla olmaya gayret edelim ki dönüşüm bizi yaralamasın.


Gelelim yeniden diziye; senaryodaki amaç çok iyi. İnceleyip yorumlar yapacak değilim; kadına bakış çok iyi. Kadına verilen mesaj, kadına yollanan mektup, kadına iletilen şifre çok iyi. Kadın yeniden ve yeniden kendine, kadına, inanmak istiyor böyle projeleri gördükçe.


Mevlânâ der ki: "Bir gün gelir, açmaz dediğin çiçekler açar. Gitmez dediğin dertler gider. Bitmez dediğin zaman geçer. Hayat öyle bir sır ki; önce şükür, sonra sabır, sonra da inanmak gerek."


İnanıyorum! “Kadın kadının kurdudur” diye düşünenlere inat “kadın kadının yurdudur”u savunanlara inanıyorum. İnanmak istiyorum ve bunu çoğaltıyorum. Biraz çevremizdeki kadınları gözlemleyelim, en yakınımızdan başlayarak. Tüm içsel dertlerimizi bir tabağa doldurup kenara koyup, en yakınımızdan itibaren gözümüze ilişen her kadına bir bakalım, bir anlamaya çalışalım ya da sadece izleyelim, görelim. Hatırlayalım özde kim olduğumuzu.


Kadın önce kendine sonra kadına değer vermeye devam ettikçe gelişecek ve değişeceğiz ya da dediğim gibi özümüze döneceğiz. Ne olur hep öz’de kalalım.


Tüge Dağaşan