Ne Kadar Güvercin Varsa Vurdular

Geçen altı yıl değil de, yontulmuş bir toplumun dize getirilme, sessize bağlama, tutsaklaştırma ve tarihinden aldığı bütün değerleri tek tek çürümeye bırakma yılları oldu.

Kırıntı demokrasiden, azıcık hukuktan, peşisıra sandık, ucundan utanma ve kızarmadan geriye kocaman hem de öyle böyle değil koskocaman bir acımasızlık kaldı.

Bu toplum altı yılda siyasal iktidarından, sokak kültürüne, evinin içindeki huzurdan, geleceğe tutunma ve aidiyet duygusundan adeta giyotinden geçirildi.

O yüzden şimdi bakıyorum da göremiyorum etrafta uçuşan bir tane bile güvercin, yoklar artık.

Çünkü ne kadar güvercin varsa vurdular.

Ne kadar kalem varsa da kırdılar.

Kalemleri de yonttular, kalemtraş misali maaşa bağladılar,

Kalem sahibinin içindeki kalbi alıp bağırsaklara, mideyi alıp daha az muhalif olsun diye ağza bağladılar.

Soluk borusundan liğme liğme sınır, beton, hazır ol akıyor artık.

Diktiler vicdanı iri postlarının içine, görünmez oldu savrulan cübbelerden, kara kara duvarlara vurdular bizi, adına hukuk bile dediler.

Hiç bir yerleri sızlamadı kalemleri kırarken.

O gün değişti herşey bizim için.

Ama onlar için o günden sonra hiç bişey değişmedi. Ecdadlarından teslim aldıkları tapularını daha da sağlama aldılar.

Evimde ve senin evinde ne kadar güvercin varsa vurdular. Gök desen boşluğa düştü artık, Kapalı Maraş’ı bile açtılar, tellerle örülü gençlik ve çocukluk ve doğmamışlıktan geriye sayarak,

hiç leş tir diler. Bizi.

Gözümüze baka baka, al ulan hukuk ne ki dediler. Etmişim uluslararası hukuku, şey etmişim senin seçim yasaklarını dediler.

Açtılar, daha fazla görelim savaşın merhametsizliğini, sokaklarındaki ıssızlığı bize “al sen busun” diye yutturdular.

Meclisin penceresinin, perdesinin, koltuğunun ve damının altında okunan yeminlerin yerini dualar aldılar. Bize bişey olmasın da yallah muhafaza ne der elçilik sonraya kariyer bağladılar. O perdeler, o duvarlar damsız kalmadı o günden sonra. İçeriye hep damsız alındılar.

Kırılan cam değil, beynimize sıkılan kurşundu o gün. Havaya attıkları marşlar ezberletilmişti, bize savurmak için talimatları, askerler bile sivil kıyafetler giymişti.

Hiç bir zaman bulunamayan 9 saldırganın, sanki yer yarıldı da yerin dibine girdiklerivakit, mesele kapanmıştı. Aşçı başı bize yiyecek masal hazırlamıştı.

Rat rat, pat pat ayaklı, kolalı AK pak gömleklerden geriye gülücükler kalmıştı.

Askere bağlı polis de mi yalancı olmuştu? 9 saldırgan doğru adım marşşş, görev ikmalinden aferin almıştı.

Onlar ikbal alırken, bize istikbal kalmamıştı.

Komplo davalar, kontra tahkikatlar ve tarikatlar sarmıştı çevremizi, o tarihten sonra. Bize istinaflar, sanık kutuları, geceler boyu hukuk adalet aramak kalmıştı.

Annem beni doğurduğunda…

Göz yaşımı ilk düşürdüğüm toprak Köşklüçiftlik’tir.

Annem beni büyütemediğinde alın yazımın düştüğü yer de orasıdır. Yeniden Refah Partisi ile tabela komşusudur artık benim çocukluğum ve “Kent Güvenlik Sistemi”m gözetlemektedir beni artık, nereye düşecek sonraki göz yaşım diye… Elimde tuttuğum telefon, kullandığım bilgisayar, bağlandığım ve ürettiğim her bilişim verisi Ankara’nın emrindedir ve kontrolündedir artık. Telefonlardaki dıt dıtlara alıştık bir şekilde. Hem de muhalefet onaylı tasdikli ve Anayasa Mahkemesi şerhiyle.

Dökülen arkamızdaki sudur o gün.

Git, nereye gidersen git, cehennem ol diyedir bunlar, ne yaşattılarsa bunun içindir.

Ocağımıza incir ağacı bile dikilemez artık, çünkü bir incir ağacı dikecek ne ocak ne de yurt kalmıştır geriye dostum.

Yasemin falan da tütmez oldu artık zati.

Nergisli’de nergis satan çocuklar bile yok oldular Makhir bir mayın tarlasında öldürüldükten beri…

İçimize beton döktüler bizim. Elini kaldırsan vay efendim, başını doğrultsan sen de mi efendim, ağzını açsan sakın ha efendim…

Körler sağırlar bir birini ağırlar buralarda.

Sahi, sorsan -yüce tanrı aklıma mukayyet ol-  bu toplumun yüzde kaçı 22 Ocak’ı hatırlar?

Sahi ben yokum zaten, sen yeter ki tok kal.

Ben ikametsiz, yoklukla butlan, olmayan bir adamım, sen kalelerin burçlarını tutan bir nefer.

Neylersin memleket menfaatini, yeter ki mevkiden haber ver. Al o anayasayı, seçim yasalarını şöyle bir evire çevire yırtıp yok olanlar ülkesine savur istersen. Hani varız ama yokuz, yoksak nasıl varız diye diye düşüne duralım biz. Zaten bize düşen yokluğumuzu saymak değil midir artık?

Yoldaşlık desen, safsata.

İğrenç bir bulantı içinde, ne idüğü belirsiz,  en fazla da yanımızdakiler almadılar mı inancımızı ve toplayıp toplayıp çok uzaklara tükürmediler mi altı yıl içinde? Kelam bile etmeye değmez artık…

O günden sonra çok şey değişti.

O günden sonra hiç bir şey değişmedi.

Ortaya insan altı bişeyler çıktı zaman içinde.

Oydular gözlerini ve dillerine kukumaku kuşundan banka hesapları koydular.

Fonsuz olamayan mücadelede bize donsuz bir gelecek bıraktılar.

Anadan üryan ortada kaldık,

Saf ve açık şekilde ve savunmasız,

Utanmazca ve kalleşçe oynadılar.

Taş görünce taş kesilenlere inat, 22 Ocak’ı unutmadım, unutturmayacağım !

Çünkü olan o tarihten sonra oldu,

ama-yasalar, kişiye özel hukuklar, göz yummalar ve bir toplum nasıl linç edilir, kimliği ve inancıyla o tarihten geriye ve öteye,

unutmamak lâzım.

Göğe baktığımızda, bir güvercin bile göremiyorsak artık ondandır.

Çünkü kaç güvercin varsa,

hepsini vurdular.