Hayat deyip genellediğimiz fakat direkt insanları -bizi- anlatmak istediğimiz, içinde yaşayıp dışına yabancı kaldığımız kendi alanımız ya da atmosfer dediğimiz kendi ortamlarımız, sadece sevdiğimiz şeylerle ve kişilerleyken huzurlu olduğumuz anların dışına taştık artık. Dünya deyip genellediğimiz insanlar bizi buna itti. Yarım kalan ada yüzünden sandık ilk ve aslında ilk orda başladı ne başladıysa olumsuzluğa dair. Sonra insandan insana geçti bu mutsuzluk, huzursuzluk ve bitmişlik hali. İçimize sırf bu yüzden gizli tohumlar ektik, kimsenin görmediği. Kimseye göstermemeyi biz seçtik çünkü görselerdi onları da bizden hemen alırlardı.


Mesela sevdiğiniz yerleri herkesle paylaşmayın çünkü bir gün sevmeyeceğiniz biriyle oraya giderseniz bir daha da asla sevdiğiniz yer olarak kalmaz "sizin yeriniz." "Benim bir yerim var, pek de biriyle gitmem, gitsem de burası benim yerim demem" dediğiniz bir yer de mutlaka ama mutlaka olsun. Kendinizle gidin oraya, kendinizi hatırlayın her gidişinizde; mesela gittiğiniz zaman tavanı kapalı dahi olsa nefes alabilin delice. Özünüz neydi bir daha ve bir daha hatırlayın, hatırlatın kendinize. Yüzünüze sinsin o muhasebe, huzur ve içtenlik. İçinizle dışınızın ayrı olmadığı bir alan edinin kendinize. Çünkü  her şey alınıyor elinizden hızlıca, arkasından bakma şansınız dahi olamıyor baksanıza.


Sabah kalkınca, sabah olduğunu dahi anlayamayacağımız bir koşuşturma içinde nereye doğru uyanıyoruz. Çalışıp çabalayıp en yorulduğumuz anda "kim yaparsa yapsın yeter" moduna kim basıyor da birden düşüyor enerjimiz ve yüzümüz. Bundandır ki bunca zaman kendime ait bir şiir yazmadım da bir gün bir anda içimden kendime hiç bitmeyen dizeler kurdum, dizleyerek yorgunluğumun üstüne. L5 ne zamandan beri sağlıklı değil bende de emiyor yaşam enerjimi aklına her geldiğinde. Kilitlenen bacaklarım neden ruhuma ayak uydurmuyor hani akıl, hani ruh, nerede?


Marketlere her girişimde durup bir kenarda nabzı ölçmek istercesine fakat sinir olmak iyi gelmez insana diye vazgeçip düz geçtiğimde yolu; haberim olmayacak ki yaşadığım düzende sistem ne?!


Yollarda sokaklarda soruluyor evet başbakan kim cumhurbaşkanı kim tarım bakanı kim ve birbirimize bakıyoruz kim kim kim diye de bakanlara da sorulsun bakalım her bireyin sağlıklı beslenebilmesi için kişi başına düşen gıda tüketimi ücreti ile günlük kazanılan iş gücü ücretinin orantısı ne?!!


Bir çocuk okula gideceği zaman kahvaltıda neler yiyebilmeli, üzerine kaç lira harçlık alabilmeli, vitaminlere ihtiyaç duymaması için neler tüketmeli diye de. Soran biri var mı yoksa bakanlar ve bakmayanlar yolda yürümüyor mu? Onların da L5'lerinde sıkıntı mı var yoksa onların mersedesleri ful sıkıntısız mı?


Aslında öyle yorulduk ki konu dönüp dolaşıp yoran durumlardan geçiyor. Bizi bunlar yoruyor demek ki. Bilmiyorum ki psikologların buna bakışı ne? Travma yaratmayalım diye diye travma yaratmamak travma oldu bizde. Her bireyde.


Her olumsuzluğu kılıfına uyduran sistem, olumsuz insan için de psikolojiyi attı ortaya. Giderek tüm ruh sağlığını kaybeden bir toplum olarak hangi yolsuzluğa yol dökebileceğimizi şaşırdık. Dökülen yollara açılan çukurları kim açtı diye felsefe yapmak yerine her eve yol olabilmeyi düşünseydik belki de ulaşabilirdik sorunsuz insanın merkezine.


İnsana gitmek ne yorucu değil mi? Öyleyse Muhlis Akarsu anlatsın bunu türküsüyle siz sadece açın ve dinleyin;


“Yoruldum yorgunum fazla gidemem..
Golay değil ben bu derdi çekemem..
Saldılar gurbete yurtsuz ettiler..
Ömür bir gün gibi geçti aradan.. İşte geldim gidiyorum dünyadan..”


Tüge Dağaşan