BÖĞÜRTLEN KIŞI (Sarah Jio)
“Aşk imiş her ne var alemde, ilm bir kıyl u kâl imiş ancak”
Fuzuli
Bindokuyüzotuzüçün mayısıydı, sertti, ayazdı. Zamansız esir almıştı soğuk Seattle sokaklarını. Seattle’a kar yağıyordu. “Büyük Buhran” sonrası evlerde tencere kaynamıyor, sobalar yanmıyordu, üşüyordu koca şehir, üşüyordu annesi geceleri işe gitmek zorunda olan küçük Daniel. En çok da Vera üşüyordu. “Dünyadaki her şey aşktan ibaretmiş” diyen Fuzuli’yle aynı fikirde değildi genç kadın. Çünkü, o bir anneydi…
Gençliğimde aşk en güçlü duyguymuş gibi hissederdim, ne yapılsa değerdi aşk için. Ancak baba olduğumda anladım hakikatin böyle olmadığını. O yüzden, her daim dualarımdandır “Allah’ım, beni evladımla sınama!” Romanımızın kahramanlarının böyle bir duaları var mıydı bilemeyeceğim ama, varsa bile kabul olmadığı ortada. İkisi de en zayıf yerlerinden vuruldular.
Hikayemiz soğuk bir mayısta başlıyor. Kitaba ismini veren Böğürtlen Kışı tabiri, İngilizcede, zamansız gelen aşırı soğukların adı. (Türkçe’de tam karşılığı yok, Pastırma Yazı’nın tersi bir durum olduğunu söylemek yanlış olmaz.) Sabahın erken saatlerinde işten eve döndüğünde çocuğunu evde bulamayan Vera ne yapacağını bilmez halde kendini sokaklara atar. Tek düşünebildiği çocuğunu tekrar kollarına alabilmektir. Ancak bu düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. Mücadele etmesi gereken sadece soğuk değildir. Kadınların insan muamelesi görmediği ve her an suistimale açık olduğu erkek egemen bir dünyada yaşam mücadelesi vermektedir. Vera'nın kadın olmak dışında affedilmez kusuru fakir olmasıdır. Şehrin en itibarlı, en zengin ailelerinden biri vardır karşısında. Herşey ustaca planlanmış ve egemen güçler, kurban edecek birini çoktan bulmuşlardır.
Olay ilk bakışta sıradan bir kayıp hikayesi gibi görünse de gizem günümüze kadar çözülememiş ve yeni bir Böğürtlen Kışı yaşanana kadar üzeri kapatılmıştır. Gazeteci olan ve kendisi de bir çocuk kaybetmiş olan Claire bir anda kendini hikâyenin içinde bulur. Vera ile kendini öylesine özdeşleştirir ki, sorunlu bir yaşamı olan Claire bu olayı çözdüğünde bütün dertleri son bulacakmış gibi hisseder. Bu araştırma aynı zamanda, kendi hayatındaki eksik kalan yönleriyle yüzleşmesine ve hiç beklemediği yeni bağlantılar keşfetmesine yol açar. Kahramanımız sır perdesini aralayabilecek ve düşündüğü gibi gerçekten huzur bulabilecek midir?
Kitabımızın yazarı Sarah Jio, bir annenin yitirdiği çocuğu için hissettiği derin acıyı ve korkusuz arayışını, okuru adeta bu annenin içine çekerek kaleme almış. Kaybolan bir çocuk, yürek burkan bir gizem, zorluklarla başa çıkmaya çalışan iki kadının çabaları ve bu iki hayatın asırlık bir fırtınayla örülmüş bir öyküye dönüşmesi... Roman boyunca Jio, iki farklı dönemi ustaca bir araya getirerek, hikâyenin dokusunu sürekli merak uyandıran bir anlatımla zenginleştirmiş. Böğürtlen Kışı, sadece annelik duygusunun bir hikayesi değil; aynı zamanda kaybın, umudun, yalnızlığın ve yeniden bulmanın da romanı. Okuyucuyu iki farklı zaman diliminde bambaşka iki hayata davet ederken, onları birbirine bağlayan güçlü bağları keşfetmelerine de olanak tanıyor. Jio’nun anlatım tarzı, sade ama derin; karakterlerin duygularını okura geçirebilme yeteneği ise son derece çarpıcı. Hayatının bir döneminde gazetecilik yaparken karşılaştığı olaylardan ve gerçek hayatta tanık olduğu ilişkilerden ilham aldığını belirten Jio, bu tecrübelerini oldukça başarılı bir şekilde okuyucuya aktarmış. Kendisi de çocuk sahibi olan Jio, aynı zamanda annelik tecrübelerinden ve hayatın kendisine kattığı değerlerden yola çıkarak eserinde insani duyguları güçlü bir eser ortaya koymuş.
Roman, ülkemiz 6 Şubat depreminin onulmaz hüznü ile yaşamaya devam ederken ve bebeklere alkol olayı gündemde iken empati yapmaya ve ailelerin hissiyatını anlamaya yardımcı olacaktır. Lise çağından itibaren herkesin kolaylıkla ve sıkılmadan okuyacağı bir kitap olmakla birlikte anne babaların daha çok etkileneceğini ve zaman zaman gözyaşlarını tutmakta zorlanacağını söylemek abartı olmaz.