Her gün yinelenen gün ne kadar yeniliyor kendini diye düşününce bazen verilen tek cevap: “Hiç” olur.

Her gün ama her gün aynı acıya uyandığınızı düşünün, her an; siz uyuyana kadar bitmeyen ve sonsuz hissedilen bir acı. Fiziksel ya da ruhsal ne fark eder, hangisi daha ağır basar, hangisi hangisini geçer?

Bir Tanrı vardı; her gece karaciğeri yenilenen ve her sabah bir kartal tarafından kemirilen, neydi o Tanrının adı?

İşte o Tanrı gibi birçoğumuz ve belki de aslında hepimiz kendi acısını yaşayan kocaman ya da minicik tanrılarız. Kendimizi her an yeniden yaratan ve hatta çevremizi şekillendiren, öldüren, yeniden doğuran tanrılar. Fernando Pessoa’nın sevdiğim cümlelerindendir şu cümle: “İster var olsunlar ister var olmasınlar, biz tanrıların kölesiyiz.” Kendi kendimizin de kölesiyiz madem belki de gerçekten de her birimiz birer tanrıyı simgeleriz. Her birimiz kocaman ya da minicik tanrılar.

Uzakların yakın, bizde olmazların bizde olduğu bir çağda yaşarken; giderek daha da yabancısı olduğumuz şu yarım kalmış çeyrek adada bazen aç bazen tok ama en çok da yok’uz. Hatta bir deyim daha vardır söylenir halk arasında “bok oldun da tabağa girdin” diye. Belki de birer … Tabi buradaki tabak da yemek tabağı değildir yanlış anlaşılmasın, o tabak bağlantısı da tabakhaneye kadar uzanır. Neyse dilimin ucunda tanrının adı ama bulamıyorum. Hatta öngörüleri açık bir tanrıydı. Tıpkı bizim gibi çünkü biz de biliyorduk orada ne varsa burada da olacak diye. Peki, orası neresi? Burası neresi? Neden o orası da diğer yarımızın burası değil?

Ne kadar karmaşık geliyor değil mi akıl yorunca, o zaman aklımızı yormayalım aman. Dinlensin aklımız, yeterince muhasebemiz, matematiğimiz var zaten her uyandığımızda ve uyuduğumuzda hatta bu yüzden uyuyamıyoruz yoksa memleketi dert ettiğimizden değil be memleket ile ilintili zaten kendi dertlerimiz de.

Bu adanın bir yarısına çivilenen hayatımız, zincirlenen bedenimiz ve her gün yenilenen karaciğerimiz, her sabah bir kartal tarafından yenilebilsin diye! Neydi o Tanrının adı? Neydi?

Kişisel sıkıntılarımız, çevremizdeki canlıların-canların sıkıntıları, hayat felsefesi, yaşam gailesi derken bize yüklenen her yük, daha az görmemiz için miydi önümüzdekileri?

Desenize hepsi bir kaos! Ama zaten değil mi ki evrenin ilk ilkel Tanrısı da (Khaos) Kaos!

Peki, bir gün bizler, ciğerimizi yiyen kartalı bulabilecek miyiz, bulursak onun ciğerini yiyip bu işkenceden kurtulabilecek miyiz ya da birileri hep gelip bizi kurtarsın diye mi bekleyeceğiz ve bekleyeceksek o kurtarıcı gerçekten gelecek mi?

Kendimizin bile kurtarıcısı olamıyorsak, hepimizin kurtarıcısı olacak birinin olacağına inancım yok artık fakat evet ben de bir zamanlar kurtarıcı olarak gördüm bazı isimleri. Bugün de yine görüyorum fakat hep birlikte olduğumuz zaman. Ayrı gayrı olduğumuz zaman değil ve ayrı olduğumuzu belirten somut simgeler oldukça soyut bir hayatı yaşamamız da mümkün değil.

Dilimin ucuna geliyor, geliyor da çıkmıyor; neydi o Tanrının adı?