Saatler günleri kovalarken zaman denen olgu hep aynı kalıyor. Aynı saatte kalıyoruz zihnen hep, aynı gün, aynı tabloda. Aslında her günü değiştiren, o güne kattığımız duygular düşünceler; aksi halde “her an” aynı gibi gelir bazen…

Refah düzeyimiz yükselmedi hiç, oysa hep yüksekmiş gibi gösteriliyor çünkü baya gazinoya sahibiz, her sokak arasında bir galeri neredeyse, öyle çok binalara sahibiz ki bir pencereden diğer evin penceresine ulaşabileceğiz o kadar yakın yakın ve öyle çok. Çoğaldıkça bir şeyler en önemli şeyler azaldı bizlerde. Binalar çoğaldı, evler çoğaldı fakat evsizlik de çoğaldı bununla birlikte. Ev sahibi olmalar azaldı. İnsanlar, konuşmalar çoğalırken hızla, sakinlik dinginlik azaldı. Gürültü çoğaldı sessizlik azaldı.

Şu an bulunduğum evin konumu sessizliğe komşu, öyle sessiz ve sakin saatleri var ki insan aradaki farkı müthiş fark ediyor. Biz bu yarım kalmış çeyrek adada sakinliği kaybettik birtakım çoğalmalarla. Kendimizden azaldık birtakım şeyler çoğaldıkça. Deli bir çoğalma sardı çevremizi; eşyalar, arabalar, çanaklar, çömlekler, masalar, sandalyeler, işler, işçiler çoğalırken biz azaldık. Sokağa çıkmaz olduk, çıksak birbirimizi tanımaz olduk. Dinginlik olmayan yolları yürümek istemeyen ayaklarımız huzursuz bacak sendromu yaşıyor. Sendromsuz günümüz de yok zaten. Yazın sıcağı, insanın derdi, eğitim sistemi, haksızlık, yolsuzluk, evsizlik, şehirsizlik derken adasızlık bizi mahvetti.

Bazı konuşmaları duymak istemiyoruz, duymaya tahammülümüz azaldı. Olurda şans eseri biraz yoğun kuş sesi duysak şaşıp kalıyoruz. Gölgesinde serinlediğimiz ağaçları fark edince çocuk gibi seviniyor ve endorfin salgılıyoruz. Mutluluk diye yazıyoruz yüzümüze. Mutlu oluyoruz.

Mutlu kalamama nedenimiz ağaçsız oluşumuz çoğu kez. Kâbus olmuş çünkü her yer, her yer; taş, beton, soluksuz, soluk. Nefes alamıyoruz pencere kenarını seçsek de.

Boş konuşanlar artıyor çünkü tahammülümüz yok saçma cümleleri işitmeye. Anlamını yitiriyor bazı eylemler çünkü karşılıklı iyi düşünce azalmış çevremizde. Acı çekmeyi arttırmak yerine uzaklaşmayı seçiyoruz, seçebildiğimiz kadar. Kendimize yakın olabilmek için çevremizden kaçmak zorundayız bazen de. Çünkü tahammülümüz kalmadı saçmalık dediğimiz varlıklara, eylemlere, konuşmalara ve dahasına…

Düşüncelerimize, duygularımıza cevap verebilene komşu oluyoruz. Yanında hafif hissettiğimiz, dingin olduğumuz çevrelere sahip olmaya çalışıyoruz. Başarabildiğimiz sürece mutluyuz.

Tahammülümüz hiç ama hiç kalmadı gereksiz kalabalığa ister insan olsun ister eşya, isterse diğer bir sürü şey. Sakin kalmak uğruna bir ömür harcıyoruz yaşadıkça.

Tüge Dağaşan