“Nasılsın?”

Nasılsın sorusunun cevabı yoktur bazen. Uzun zamandır karşılığını veremediğim bir soru cümlesi... Tıpkı diğer bazı soru cümleleri gibi.

Herkesçe kolay ve pratik şekilde verilen cevaplar, bazen bazılarımız için çok zor cevaplanır ve hatta cevaplanmaz. Karşılığını vermek bir sorunun ne kadar zordur çoğu zaman.

Nasılsın?

Cevabını veremediğim bir soru. Karşılığı yok bu sorunun.

Mesaryası kadar sarı bir sonbahar içim yaşarken ve aslında severken sonbaharda yaşayıp umut olmayı ilkbaharlara; neden hep olumsuz ve yalnız bir ek düşer cümle sonuna? Soru işaretleri ile dolu sözcük öbekleri ne ara kaybetti göbek bağlarını dilimizde?

Dağları kadar delik deşik içim nefes alırken ve aslında hep daralırken göğsüm ağaçsızlık yüzünden ve ellerim inatla göğe fidanlar dikerken; kim unuttu da hatırlatmadı adımlarıma çocuk bakışları? Yüzüm ne ara kaybetti masum masum bakmayı, elleri çenesinde düşler kurarken...

Nasılsın? İyi. İyi demek ne kadar iyi? Ne kadar yeterli. Nasılsın diyorlar, nasılım diyemiyorum. Bekliyorum cevaplamak için bazı ayların yıllardan sıyrılmasını, yine de hep sıyrılan ben oluyorum kendimden. Koca bir liste belirliyor tanıyanda da tanımayanda da. Çünkü sorsan herkes insan sarrafı, yaşam uzmanı, enerji uzmanı...

Nasılız peki?

Şu yarım kalmış çeyrek adada; sürekli sil baştan yaparak hayatımızı yaşarken nasılız? Birileri elimizdeki düşleri hoyratça koparıp bizden alırken, yeniden düş fideleri ekip filelerle koruma altına alırken onları nasılız... Nasıl katlanıyoruz çevremizde olup biten her şeye ve hatta bazen kendimize bile. Nasıl tahammül ediyoruz işlenen suçlara, önyargılara, akıl oyunlarına hatta tutulmalarına. Ay tutulması, güneş tutulması ne kadar oyalıyor gönlümüzü, zihnimizi... Ne kadar tutulma yetiyor aklımızın yeniden aynı şeyleri düşünmesini engellemeye…

Uzağına düştüğümüz kendimizi bulabiliyor muyuz nasılsın sorusuna cevap olarak? Nasılsın sorusunun karşılığı olabiliyor muyuz? Kendimizi hangi sorunun karşısına koyduğumuz zaman eşitleniyor, dengeleniyor soru cümlemiz? Nasılsın, neredesin... Kendimizden kendimize taşınırken nasılız cidden?

Ada geneli kargolar yetersiz kalır içimizi dışımıza taşırken ve dışımız içimize sığmaz tanıdıkça...

Nasılsın peki?

Hazır şimdi seçimler de var bol bol sorulur bu soru: Nasılsınız? Nasılsın? Nasıllar?

Bir ihtiyaç var mı?

Var mı?

Hangi soruyu seçiyorsunuz siz kendinize en çok? Seçimleri nasıl görüyorsunuz? Bakış açınız ne? Çocuk gözlerinizle bakmaya-görmeye devam mı yoksa? Çünkü bilirsiniz seçimler de seçmeler de hep aile bağları kaynaklıdır. Biz doğru adamı seçmekten çok aile dostuna yakınızdır. Aileden gelir yaptığımız seçimler de. Bağ kurarız, aileden sayarız ve o/onlar artık atalardan gelen seçimlerimiz/seçmenlerimiz olur. Her ne kadar son jenerasyon biraz farklı bakıyor olsa da -yok- değişmez kuraldır ailenin hep desteklediği partileri kişileri desteklemek yani bize en faydalı olanları -faydasız da olsalar genel bakış açısında-

"Dünyanın bütün kötülüklerine başkaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de başkaldır…" demiş Yaşar Kemal.

Kendi iyiliğin mi hepimizin iyiliği mi önemli? Kimler kendi iyiliğine başkaldırabilir, kimler kötülük karşısında başını eğebilir? Siz nasıl davranacaksınız; hep aynı mı? Hep aynı mı olacak davranış şekliniz, seçimleriniz hatta seçmenleriniz…

Nasıl düze çıkacağız biz hepimiz; bu çukurdan, bu delikten? Bu yokuşu nasıl aşacağız ki kol kola girmedikçe ve “nasılsın”a hep uydurma cevaplar, kısa, kalıplaşmış hazır cevaplar verdikçe?

Nasılsın?

Ne zor bir soru; doğru cevabı bilenlere.

Tüge Dağaşan