Neye göre karar veriyorsunuz bizim neyi beğenip neyi beğenmeyeceğimize?

Hangi yoktan var ettiğiniz hakla aldınız söz hakkımızı? Kestiniz ses tellerimizi...

Siz büyük, koca koçlar; böldünüz parça parça her köşemizi... Garantör adı altında garandislediniz, bitmedi kirli senaryolar, bitmedi haksız hal doğurmalar...

Kan döktük dediniz önce, bize kan kusturdunuz, kızılcık şerbeti yoktu, midemizi aldırmıştık, kusamıyorduk artık...

Garantörlük hakkınızı, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü koruma görevini suistimal ettiniz.

Hangi hakla?

Akdeniz’in en güzel adasını talan hükümdarlığına dönüştürdünüz.

Hala daha hak talep ediyorsunuz...

Garanti altına aldığınız esaretimiz var sadece, bir de ebediyen bağladığınız el ve kollarımız...

İsyan bayraklarımız dalgalanıyor velhasıl...

Daha ne istiyorsunuz?

Köylerimizi,

Dilimizi,

Gökyüzümüzü,

Denizimizi,

Güneşimizi,

Rüzgârımızı...

Ve hafızamızı bizden kopardınız.

Bir kesim Kıbrıslı Türkler, Türklüklerini ispatlayacak diye kıçını yırtıp başına giydi.

Bir de Türklük dersi almayı öpüp koydu alnına...

"Ben Türk’üm", "ben Rum’um", ben birşeyim demeye hiç gerek de olmamıştı aslında...

Sadece ada sevgisi ve iyi insan olmak yeterliydi...

Biz kimiz?

Bu toprakların yerel halkı mı yoksa minnet duyması gereken, öpüp de alnına koyan, her gün ölerek potansiyeli sıfırlanmış şekilde yaşamaya mahkum edilen insancıklar topluluğu mu?

Sonradan mı dahil olduk biz bu tarihe?

Bu adanın gerçek sahipleri...

Yerli misafirler...

Nereden çıktı “misafir” ya da “yabancı” gibi kelimeler?

Sizin yüzünüzden yeni kelime eklendi kelime dağarcığımıza...

Hangi ev sahibi, kendi evinde misafir gibi yaşar? Dünyadan örnekler verin bana...

Hangi ev sahibi, kendi toprağında kiracı muamelesi görür?

Karar verdiniz neyi beğenip neyi beğenmeyeceğimize...

Peki, sordunuz mu vicdanınıza bunu yaparken, var mı gerçekten böyle bir hakkınız diye?

Bu olmayan hakkı hangi yüzle kendinizde buldunuz?

Bize ne istediğimizi sordunuz mu?

Bu nasıl bir düzendir ki, yerli halkın gitmediği bir yerde cami bolluğu yarattınız? Ve daha bir sürü bize yabancı empoze edilen şey...

Kimliklerimizle, dilimizle, tarihimizle, talihimizle var olmamızın önünü engellediniz ve işbirlikçileriniz eksik olmadı iş birliğiyle işgali idame ettiğiniz kirli hava sahasında...

“Yerli” dediğiniz kuklalarınız, çoktan ihanet etti memleketine aslında...

Hiç mi sorumluluk hissi, hiç mi gelecek vizyonu olmamıştı insan dediğimiz varlıkta?

Geleceğimizi, bu adanın bölünmez bütünlüğünde görmek istediğimizi söyledik.

Umursamadınız.

Çünkü sizin için kirli çıkarlar her şeyden önemliydi.

Sol gösterip iktidarınızla, muhalefetinizle tam da onikiden sağ vurdunuz...

Peki bu “kuzey” ve “güney” dediğiniz yapay sınırlar kimin eseri?

Kim oluşturdu bu bölünmüşlüğü?

Kime hizmet ediyor bu yapay kavramlar?

Bu, bilinçli bir plan değil mi?

Yerleşimci kolonyalizmin, nüfus politikalarının, kültürel tahribatın planlı sonucu değil mi bütün bunlar?

Yoksa barış ve özgürlük mü oldu savaş suçlarının, dolandırıcılığın, mafyanın, tecavüzün, tahribatın başlangıcı?

Utanmıyor musunuz 20 Temmuz’un yanına barış ve özgürlük kelimelerini eklemekten?

İnsanın aklı almıyor çelişkileri, bütün bunları...

İnsanda biraz memleket sevgisi olur derler ya...

Biraz evrensel etik değer, biraz insanlık, travmalara, yaslara saygı...

En ilericiniz bile vasıfsız vaka örneği...

Hangi para, hangi koltuk, hangi statü, hangi liderlik meşru kılabilir bu vatan hainliğini?

Hangi vicdan, hangi tarih haklı gösterebilir bu işgali?

Yalan üstüne yalan, talan üstüne talan...

Dünya bize oyun oynuyor...

Hangi çıkar uğruna yapıldı bütün bu büyük yıkımlar?

Ve biz, birlikte yaşamı savunanlar, çok kültürlülüğü isteyenler…

Nasıl “bütün halklar kardeştir” diyelim artık?

Nasıl herkesi kucaklayabiliriz biz bundan sonra?

Hangi çeşitlilik, hangi çokkültürlülük, yerli halkını yok sayarak, kültürünü silerek olur?

Ses çıkarır mısın Diaspora? Ses çıkar artık...

Hangi ev sahibi, kendi evini, kendi dilini unutarak misafir kabul eder?

***

Türkiye’nin bölünmesini istemeyenler…

Ne hakla Kıbrıs’ı böldünüz?

Ve hâlâ daha bu bölünmüşlüğe içten içe razı geliyorsunuz...

Ve ne zaman özgürlük talebimizi dile getirsek: “Beğenmiyorsanız Rum tarafına gidin” diyorsunuz.

Bu ne cüret? Bu ne haddinize? Savaş suçları, tecavüzler, kara para, uyuşturucu, kültür talanı ve daha ne hesaplar kitaplar var bu işin içinde...

Nasıl vicdanınız elveriyor bütün bunların üzerine?

Bizim toprağımızda, bizim insanımızın yaşamını bu hale getirmeye?

Beğenmiyorsan git diyorsun, bu ne cüret?

Sen kimi kimin evinden kovuyorsun?

Korkuları konuk ettiğiniz daha kaç evin sahte tapusu lazım size?

Biz gitmiyoruz.

Gitmek ne demek?

Gitmek, statükoyu kabullenmek demek.

Düzeni onaylamak demek.

Biz ev sahibiyiz, kiracı değil.

Ev sahibi evinden çıkmaz.

Barış istiyoruz, evet.

Barış, kimliği silerek, hakları yok sayarak olmaz.

Bir tane insanın burnu kanamadı 74'ten sonra diyorsunuz ve meşru meşrubatlar içiyorsunuz...

Herkes için barış, hakikatle yüzleşerek başlar oysa...

Ve biz, kendi hakikatimizi haykırmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Kıbrıs bölünemez bir bütündür.

Ama siz kendi memleketiniz bölünmesin diye her türlü milli duyguları kabaranlar, söyleyin benim milli duygularım yok diye mi oldu bütün bunlar?

Ve biz, bu adanın ruhları...

Bizi buradan sökenler...

Hakkımızı gasp edenler...

Kim verdi bu yetkiyi size?

Söyleyin duymak istiyoruz, sağırlaşsa da artık yalanlara ve vicdansızlıklara kulaklarımız...

Biz buradayız.

Ve burada kalacağız...

Çünkü biz bu adayı, dünyayı, bütünüyle seviyoruz...