Ruhumdaki kadına baktım. O sabah, aynada bir gece öncesinden kalan takma kirpik kalıntıları adeta göz pınarlarımdaki çapağa dönüşmüştü ve kurumuş dudaklarımın kenarındaki kalem kalıntıları iyice belirginleşmişti. Dağınık ve karışmış spreyli saçlarımdan dökülmüş uzun saç tellerinden birini göğüs dekoltemde fark ettiğimde, gözbebeklerimin tam karşısındaki aksında yeni bir kimliği farkediyordum.

Lavabonun üzerindeki ecza dolabı aynasında bir ben bir de içimdeki kadını aynı anda izliyordum. Elimi kapağı açmak üzere kulpa uzattığımda eskimiş ojelerin döküntü yaptığını fark etmem zor olmadı. Ortasından sıkılmış diş macunu tüpünü elime aldığımda ise diş fırçasının artık kaplama ön dişlerimi bir daha asla beyaz yapamayacağını fark ettim.

Boyun kırışıklarım ve sarkmaya başlamış yanak adalelerimin çene ovaline vurduğu darbelerden yaşanmışlığın çetelesini okuyordum. Kazayaklarının derin izlerinde ise bir kez daha kahroluyordum. Güneş lekelerinin koyu hareleri belki de geçmişin bana vurduğu soğuk damgalara benzemeye çalışırken, el üstü damarlarımın daha da morardığını ve cildimden dışarı çıkmaya ve kansızların boynuna yapışmaya çalıştığını gözümden kaçırmıyordum.

Tahta saplı ve oplu fırça teli başlı saç fırçamı alıp taranmaya başladığımda, her zamanki alışkanlığım şakaklarımda hissettirdi acıyı. Oysa uzun boylu saçların tıkız olmuş uçlarında başlamalıydım ki bir an önce bitsin ensede yalancı topuz toplamayı. Su ve sabunun kuruluğunu almak basit bir acıbadem sütü ve ellere her daim derman idi gliserin kürü. Belki de içimdeki kadının tek lüksüydü manikürü.

Gülsuyu dökülmüş pamukla siliverdim çabucak cildimi. Hemen arkasından teneke yuvarlak kutudaki en ucuzundan bir kremi sürdüm en kaliteli nemlendirici olarak. Hızla dönüp odaya geçiriverdim üstüme günlük bir emprenye elbiseyi. Koridordan kapıya ulaştığımda ayakkabılıkta uyuya kalmış taşlı gece çantasının yerine sahte deri çantam portmantoda beni beklemekteydi. Omuzuma çene altı eşarbımı atıp üzerime kolağzı aşınmış pardesüyü takıp hızla kilitledim çelik kapıyı dışarıdan. Topukları sıyrılmış dekolte iskarpinlerim gecikmedi paladyan koridorda ses vermeyi, sabah sabah komşuları uyandırmadan. Ağır apartman kapısının ardımdan sıkıca kapanması da gerekliydi, oysa dün geceki aşifte şimdi namus için kaldırımda mı gezmeliydi?

Sokaktaydı, dün gece öldürdüğüm bu gün aynada başka kadına büründürdüğüm ruhum. Kasabın bıyık buruşu defterindeki borcuna karşı mahcup duruşum. Ana caddeye ulaşınca içimdeki masum ve iffetli kimlik, bakan erkeklerin gözlerindeydi yaşamamış fahişe nefretlik.

Sıcak basıverdi birden. Var olmanın dayanılmaz hafifliğine kadın olmanın getirdiği inanılmaz ağırlık yüzünden. Şiddet, taciz, kürtaj, sezeryan yafta. Havalandı karabasan kılığındaki sert esen toplum rüzgarıyla kaldırımdan havaya. Alnımda boncuk boncuk terler, göğsümün tam ortasında sineme ağır apışır bir yalan acı verdiler. Direndim uyanmamaya, sonumu görmek için. Caminin minaresinden gelen ezan sesi oldu rüyamda ecelim. Ama gerçeği fark edince, öldü ruhumdaki kadın, meğerse ben erkek olarak uykuya dalmışım.