KEYFİME GÖRE

KEYFİME GÖRE

Kendimi bir ideoloji ile sınırlamayı doğru bulmadığımdan, görüşümü sınıflandırmasam da barışı, adaleti, eşitliği, özgürlüğü, saygıyı ve empatiyi savunan biri olmak için çaba harcıyorum. Her gün öğrendiklerim ve yüzleştiklerim var. Bunların doğrultusunda da değişiyorum. Farkındalıklarım artıyor. Bu nedenle de gittikçe daha çok gözüme ve daha da ötesinde vicdanıma batan şeyler oluyor. Özellikle ülkenin sosyokültürel düzeyindeki değişim, yozlaşma, sığlaşma artık her gün hayatımı olumsuz yönde etkiliyor. 

Eskiden hep güzelliklerle bahsettiğimiz Kıbrıs insanını ya artık ben tanıyamıyorum ya da ta önceden yanlış tanımışım ve gerçekleri yeni fark ediyorum. Engellenemeyen göç nedeniyle ülkenin yapısının ne kadar değiştiğine hepimiz her gün tanık oluyoruz. Bir kısmımız belki bir şeyler değişir diye çabalarken, geriye kalan önemli bir çoğunluk pek de umursamıyor, umursasa bile değiştirmek için emek harcamıyor gibi görünüyor. “En iyi uyum sağlayan hayatta kalır” diye bir bilimsel inanış olsa da ben kötüleşen düzen ve çevre koşullarına uyum sağlayarak pek hayatta kalabileceğimizi düşünmüyorum. Nedenlerini biraz anlatayım.

Deniz mevsimi açıldığından beri sosyal medyada ara ara kumsalların insanlar tarafından nasıl kirletildiği ile ilgili paylaşımlara denk geliyorum. Tabi konu sadece kumsallar değil, trafikte seyreden aracın yollara attığı çöpler, ormana gidenlerin arkalarında bıraktıkları artıklar ve hatta evlerinde otururken çöpleri çöpe atmak yerine balkondan veya pencereden yola savuranlar da var. Kendi yaşam alanlarına ve kendilerine dahi saygı duyamayan kişilerle aynı toplumda yaşadığımız için bizim hayatlarımız da doğrudan etkileniyor. Eleştirdiğim zaman en sık duyduğum cümle “kendini boşa hırpalıyorsun, sen mi değiştireceksin”. Belki değiştiremeyeceğim ama elimin gözümün yettiği yere kadar direnmek gerektiği inancındayım. Sürekli kirletilen bir dünyanın bedelini hepimiz ödüyoruz, kendi neslinin geleceğini tüketen başka bir canlı türü daha var mıdır bilmiyorum. Aklıma sadece kendini yüksek ağaçlardan yerlere atan pandalar geliyor 

Toplumların yapılarını korumasının kendi ellerinde olduğuna inanıyorum. Ülke ve toplum olarak bu konuda pek başarılı olduğumuzu da düşünmüyorum. Özellikle son dönemlerde herkeste bir “gailesizlik” var. Bugüne kadar bir şeyleri değiştiremediklerine olan bana göre pek de anlamlı olmayan bir inanç. Bu inanç nedeniyle vazgeçmiş, yaşadığı hayattan mutlu olmayan ama bir şeyleri değiştirmek ve iyileştirmek için çaba harcamayan bir toplum var karşımızda. Evet ben değiştirebilirim, evet sen de değiştirebilirsin. Hepimiz yeterince çabalarsak bir şeyleri değiştirebiliriz ama değiştirmeye önce bir niyetimiz olmalı sonra da bir başlangıç noktamız. En iyi başlangıç noktasının kendimiz olduğuna inanırım hep. 

Sokak temiz olsun istersem önce kendi kapımın önünü süpürmem gerekiyor. İyi örneklerin toplumda bir dalga gibi büyüdüğüne pek çok kez şahit olduk. Ben öncelikle kendimi iyi bir hayat yaşama hakkımın olduğuna inandırmalıyım. Bu hakkımı talep ederken kendimi de başkalarının yerine koyabilmeliyim. Kişisel olarak verdiğimizi düşündüğümüz bu mücadele aslında günün sonunda hepimizin hayatını etkiliyor. 

Son birkaç haftadır işyerimin önündeki park yeri nedeniyle pek çok kişiyle tartışmak zorunda kaldım. Eczanenin park yerinin önünü kapatarak civardaki işletmelere giden kişilerle ya da apartmanda yaşayan ve aracını hem park yerine hem de eczaneye giriş çıkışı engelleyecek şekilde park edenlerle sürekli bir mücadele halindeyim. Bu kendim için değil. Eczaneye gelenlerin genellikle hasta, engelli, hamile veya ileri yaşta olmaları nedeniyle. Kendi rahatı bozulmasın diye yaz sıcağında veya yağmurda başkaları yürüsün isteyenlerle. Yani konu park yerinin kullanımı değil birilerinin keyfi ve konforu için başkalarının geçiş hakkının kısıtlanması ya da engellenmesi. Birilerinin sorumsuzluğunun başkalarının hayatını zorlaştırması. Peki insanları değiştirebilir miyiz? Tabi ki değiştirebiliriz. Eğitimle, lafla anlatamadıklarınıza para cezası uygulayarak. Toplum bilincinden uzak, başkalarının hayatını olumsuz yönde etkileyen kişilerin maddi olarak cezalandırılmasında herhangi bir sakınca görmüyorum. Toplum refahı ve huzurunun bozulmasından sorumlu olmanın bir bedeli olmalı. Bazılarınız söylediklerimi fazla katı bulabilir ama toplum yapısına göre davranmak gerektiğine inanıyorum. Aksi olabilseydi zaten, bu kadar üniversite mezunun olduğu, eğitim seviyesi bu denli yüksek bir toplumun sosyokültürel yapısının bu kadar sıkıntılı olmaması gerekirdi. Her şeyi devletten beklememize de gerek yok. Toplumdaki gönüllüler de ülkenin düzeninin iyileştirilmesine katkı koyabilir, yeter ki gereken yasal düzenlemeler yapılsın ve suçluların affı yerine toplumun refahı için çaba harcansın. 

Başımdan geçen bir olayı örnek vererek ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim. İngiltere’de yaşadığım dönemde evimi taşıyabilmek için bir araç kiraladık, aracı çıkmaz bir sokakta bulunan evin önüne park ettik, eşyaları yükledik ve çıkmadan önce bir kahve içip çıkalım diyerek eve girdik. 15 dakika sonra evden çıktığımızda, giriş çıkışı, trafiği hiçbir şekilde engellemeyecek şekilde park edilmiş olan aracımızın üzerinde bir ceza kağıdı bulduk. Çünkü orası araçların park etmesi için belirlenmiş bir alan değildi. Başka bir park cezası da yine başka bir zamanda aracımızı bir markette markete gelen pazarlamacılar için ayrılmış bir alana park ettiğimiz için ödemek zorunda kaldık. Herhangi uyarıcı bir levha olmamasına rağmen. Günün sonunda sadece park yeri tabelası olan yerlere park etmeyi öğrenmiş olduk. Bizde ise eczanenin yanında, karşısında, arkasında pek çok park yeri olmasına rağmen, zahmet edip park etmesinler diye aracını tüm park yerini kapatacak şekilde yola bırakıp gidenler var. Zabıta ve polise sorduğunuz zaman ise aldığınız cevap ise hiçbir şey yapamayacakları yönünde. Konuşarak çözmenizi öneriyorlar. Konuştuğunuzu karşınızdaki anlarsa ne mutlu sizlere…