Kendi Ülkemde Ben Bir Yabancıyım

“Bizim zamanımızda” diye başlayan cümleler için yaşım henüz pek tutmasa da sürekli değişen veya ülkemizde bir türlü oturtulamayan sistemler nedeniyle gerçekten “bizim zamanımızda” lise 3 yıldı. İlgi alanım olmaması nedeniyle değişen lisenin eğitim süresi mi onu da tam yakalayabilmiş değilim gerçi, orta öğretimin desek daha doğru olabilir. Lisenin 3 yıl olmasının dezavantajlarını yaşamış biri olarak yeni sistemin daha makul olduğunu söyleyebilirim. Ama konumuz bu değil. Eski sistem devam ederken mezun olmam nedeniyle 16 yaşında gözyaşları eşliğinde üniversite eğitimim için İngiltere’ye gittim. Sonrasındaki 8 yılda o gözyaşlarının pek dindiğini söyleyemem. Ülkemin “tüm olanaklarına ve güzelliklerine” özlemim hiç dinmedi 8 yıl boyunca. 

Bunların yanında, 16 yaşında bir meslek seçmek zorunda kaldım. Yine ülkenin her gün değişen ve değiştirilen kuralları nedeniyle mesleğimi istediğim ve hayal ettiğim şekilde yapamayacağımı öğrendiğim zaman da bir üniversite daha okuyarak Eczacı oldum. Lise 3’teyken babamın tüm ısrarlarına rağmen okumayı reddettiğim Eczacılık şimdi benim çok severek yaptığım mesleğim haline döndü. Severek ve elimden geldiğince, hakkını vererek yapmaya çalışsam da şimdi bir seçme hakkım olsa muhtemelen çok farklı bir meslek seçerdim. Ama konumuz bu da değil.

Yazının giriş kısmından da anlaşılacağı gibi bu yazının daha çok bir iç dökme şeklinde olacağı konusunda okuyan herkesi uyarmak istiyorum. Öncelikle çok erken yaşta aile yanından ayrılmak ve kendi ayaklarım üzerinde durmak zorunda kaldığım için yıllarca hep korunup kollanmaya muhtaç hissettim. Bulduğum her fırsatta ailemin yanına ve ülkeme, alıştığımı sandığım, bildiğimi düşündüğüm yere dönmeyi istedim. 8 yıl İngiltere’de yaşadıktan sonra ani bir kararla doktora eğitimimi de bırakarak ülkeme dönmeye karar verdim ve ailemin eğitimime devam etmem ve yurt dışında kalmam konusundaki tüm ısrarlarını reddettim. Döndükten sonra çok mutlu, huzurlu bir hayat süreceğimi, bildiğim tanıdığım yerde hayatın çok daha kolay olacağını düşündüm. Ama döndüğüm günden beri umduğum dağların tepeleri kardan görünmüyor. Her gün yüzleşmek zorunda kaldıklarıma adaya dönüşümün 12. yılında hala hayretle bakıyorum. Bu ülkede yaşamak her gün apayrı bir heyecan, bir macera.

İngiltere’de geçirdiğim yıllar ben farkında olmadan tüm karakterimin ve hayatımın şekillenmesine yardımcı oldu ve ben 2012 yılında döndüğüm bu adaya ne yazık ki hala uyum sağlayamadım. Bundan sonra da sağlayabileceğimi düşünmüyorum. İnsan eliyle ülkenin nasıl bir hale sürüklendiğini her gün biraz kaygı, bolca gerginlikle izliyorum, değiştirilebilecek şeyleri niyetimiz olmaması nedeniyle değiştirmediğimizi ve hatta kabullendiğimizi ve alıştığımızı gördüğüm zaman ise çok üzülüyorum. Bizim sandığım ülkede artık bilmem kaçıncı azınlığız. Eczaneye gelen çok farklı kişiler kendi dillerinde konuşarak onlarla anlaşmamız gerektiğine inanıyor ve kendi dillerini bilmediğimiz için bize öfkeleniyorlar. Bırakın yaşamaya geldikleri ülkenin dilini öğrenmek için bir çaba sarf etmeyi, sokakta çevireceğiniz herkesin kendisini ifade edebilecek kadar bildiği İngilizceyi dahi konuşamıyor ama bizim onların dillerini öğrenerek onlara yardımcı olmamızı bekliyorlar. İngilizce verdiğimiz cevaplara ısrarla kendi dilleriyle karşılık veriyorlar. İnsani olarak da onlarla anlaşamadığımız zaman ben huzursuzluk duyuyorum. Alımlarda, fiyatı dahi yazarak göstermek zorunda kalıyoruz, ilacın kullanımı veya tedavilerinin etkinliği konusunda alınabilecek verimi artık siz düşünün. Şimdi siz ülkeye kontrolsüzce, çeşitli nedenlerle girmesine izin verdiğiniz bu insanların bu ülkenin kurallarını öğrenmesini ve ona göre davranmasını bekleyebilir misiniz? Yoğun göç alınan ülkelerin vatandaşları zaten kendi topluluklarını kurarak burada kendi kültürlerini yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar. Ülkemizin hali de doğal olarak onları ilgilendirmiyor çünkü buraya karşı hiçbir bağ ve aidiyet duygusu beslemiyorlar. 

Geçtiğimiz günlerde Belçika’ya öğrenci olarak giden bir Türk vatandaşının, zorunlu olmadığı halde, belli bir süre yaşayacağı bir ülkeyi öğrenmek için katıldığı entegrasyon kursunda vatandaşlık almak için kursa katılması zorunlu olan Türklerle yaşadığı ilginç olayları anlattığı bir yazısına denk geldim. İlgilenenlerin okuması için yazının bağlantısını aşağıya bırakıyorum. Pek çok ülke vatandaşlık verirken vatandaşlık hakkı alacak kişilerin bu tür bir eğitim programına dahil edilmesini zorunlu kılıyor. Ülkenin kurallarını, yaşam tarzını anlatıyor ve bu kursu tamamlayanlara bu hak veriliyor. Yani ülkelerinin halini şansa bırakmıyorlar. Biz ise adeta kendi kültürümüzü yok etmeye ant içmiş gibi her gün her anlamda biraz daha azalıyoruz. Kendi vatandaşlarımız daha iyi bir gelecek için başka ülkelerde bir hayat kurmaya çalışırken biz kalanlar çevremizde daha önce görmediğimiz görüntülere alışmaya çalışıyoruz.  En çok şaşırdığım ise yollarda ve evlerde asılı gördüğüm yabancı ülke bayrakları oluyor. Kendi ülkesinde yaşamayı tercih etmeyen veya kendi insanına ülkesinde dilediği gibi yaşama hakkı tanımayan ülkelerin başka ülkelerde yaşatılmaya ve hatta bazen dayatılmaya çalışılması bir tek bana mı garip geliyor?

Ve ben tüm bu düşüncelerle, yıllardır her şeyi bıraktığım veya çocukluğumdaki gibi hayal ettiğim ülkemde, kendime, çevreme, insanlara, düzene, her şeye gün geçtikçe daha çok yabancılaşıyorum.

*Yazı içinde bahsettiğim makalenin bağlantısı:
https://eksiseyler.com/belcikada-entegrasyon-kursuna-giden-birinin-ayni-kurstaki-turklere-dair-tespitleri