Tam olarak sanırım vatandaşın durumunu özetliyor bu başlık. Konuyu yine ister istemez kendi mesleğim açısından değerlendireceğim çünkü en hayati konumuz sağlık. Büyükler hep derler ya “sağlık olsun gerisi hallolur” diye… Ülkemizde artık ne yazık ki para yoksa sağlık da olamıyor. 2023 yılı Eylül ayında başlatılan reçete usulsüzlüğü soruşturması hala ve sadece eczacılar üzerinden devam ediyor. Sosyal Sigortalar Dairesi yetkililerinin sistemi kullanacak olan hiçbir meslek grubuna danışmadan, fikir almadan, kendi başına alelacele değiştirmeye çalıştıkları sistem, soruşturma sürecinde de hiçbir sorumluluk yüklenmeyen üst düzey yetkililerin, görev değişikliği ve terfileri nedeniyle aylardır oturtulamıyor. Dairenin tüm sorumluluğu, dairede çalışan birkaç işin, özveriyle yapan eczacı ve memurun üzerine bırakılmış durumda. Bu kişiler, hem sistemdeki aksaklıkların düzeltilmesi hem de reçete kontrollerinin aksamaması için basık, havasız, insanın ruhunu emen odalarda hafta sonu da dahil mesai yapmak durumunda kalıyorlar. Sorunun çözümden uzaklaşmasına ve herkesin bu denli mağdur olmasına vesile olanlar ise terfilerinin keyfini çıkarıyorlar. Peki olan kime oluyor?

En başta halka. Yıllarca düzenli olarak devletine prim ödeyen vatandaş ve emekliler devletin kendisine reva gördüğü kısıtlı reçete hakkından bile yararlanamıyor. Tekrara da düşmeden, konuyu biraz daha açacak olursak,
soruşturma öncesinde her sigortalı hastanın aylık iki reçete, her bir reçeteye de dört kalem ilaç yazdırma hakkı vardı. Bu hakkını hem düzenli kullandığı ilaçlar hem de ani rahatsızlıklarda kullanılacak ilaçlar için kullanabilmekteydi. Soruşturma neticesinde değiştirilen sistemde, hastalara en fazla altı aylık olarak yazılabilecek kronik reçeteler dört ilaç ile sınırlandırıldı. Yani kalp, diyabet ve tansiyon hastalığı olan ve ayda altı ilaç kullanması gereken bir hasta, bu ilaçlardan dördünü kronik reçete ile altı ay boyunca tekrar doktora gitmeden alabiliyor, kalanları için ise ya cebinden ödemek ya da her ay yeniden doktora gidip reçete yazdırmak zorunda kalıyor.
hala kamu doktorlarına verilmeyen sigorta reçetesi yazma hakkı nedeniyle hastalar ancak Sosyal Sigortalar Dairesi ile sözleşmeli bir özel doktor bularak ve muayene ücreti ödeyerek sigorta hakkından yararlanabiliyor. Devlet hastane ve eczanelerinden ilaç dağıtımı yapıldığı hastalardan aldığımız bilgiler arasında ama bunun için de hastalar önce devlet hastanesinden bir reçete yazdırmak sonra da ilaç kuyruğuna girmek durumunda kalıyor. Bulabildiği ilacı saatler harcayarak temin ediyor, devletten temin edemediği ilaçları ise hastalar ya bütün bu zaman ve emekten sonra pes ediyor ve ilacını cebinden ödeyerek alıyor, ya da ödeme karşılığında aldığı fatura ve makbuzu Sosyal Sigortalar Dairesi’ne götürerek geri ödemesinin yapılmasını bekliyor. İlk başta onbeş gün içerisinde yapılacağı söylenen ödemelerin ise bugünlerde aylara sarktığını biliyoruz.
eski sistemde nadiren reçete ücreti farklarıyla karşılaşırken şimdi her reçetede karşımıza hastanın ödemesi gereken bir reçete fark ücreti çıkıyor. Örneğin hastanın kullandığı X ilacın fiyatı 250TL ama geri ödemesi yapılırken piyasadaki en ucuz muadili (tam eşdeğeri) Y ilaç üzerinden ödeme yapılıyor ve kalan fark hasta tarafından ödeniyor. Bir reçetede 300TL’ye yakın reçete farkı ödeyen hastalar oluyor. En ucuz muadili kullanmak bir alternatif olsa da, yıllardır kullandığı ilacı değişmek istemeyen hastaya daha önce tamamı ödenen ilacın farkının ödetilmesi verilen hakkın geri alınması ve halkın maddi yönden daha da zor durumda bırakılması demek oluyor.
bunlara ek olarak; hastanın kronik reçetede yazan miktarın yetmediği ilaç için getirdiği ek reçetenin ise sisteme işlenmesine izin verilmiyor. Örneğin, hasta bir kutuda 20 tablet olan A ilacı günde üç defa birer tablet olarak kullanıyorsa ayda dört kutu A ilaca ihtiyaç duyuyor ancak kronik bir reçeteye sadece iki kutu yazılabiliyor. Hasta yeni bir reçete yazdırsa dahi sistem hastanın eksik kalan iki kutu ilaç için sigorta hakkından yararlanmasına müsaade etmiyor ve hasta son iki kutuyu cebinden ödeyerek almak durumunda kalıyor. Oysa daha önce iki farklı reçeteye aynı ilaçlar yazdırılabiliyor ve hasta aylık hakkını bu şekilde sigortadan karşılayabiliyordu.

Bunlar yeni sigorta sistemi hayata geçtiği son iki aylık süreçte eczanemde karşılaştığım sorunlar. Çözümler ise basit bir bütçe planlamasından geçiyor, liyakat sahibi kişilerin göreve getirilmesi, ek istihdamların yükünün halkın üzerinden alınması, ek kaynakların akılcı kullanımı ve israfın önüne geçilmesi gibi basit önlemlerle, alınan vergilerle daha iyi işleyen bir sistem kurulabilir. Ama tüm bunlara çaba harcamak yerine, bu hakların kısıtlanması yoluna gidilerek dairenin kara geçtiği haberini gazetelere servis etmek tercih ediliyor.

Yukarıda bahsettiğim sorunlara ek olarak, sürecin gidişatı neticesinde ortaya çıkan bir başka sorun ise hem doktorların hem de eczacıların haklı olarak Sosyal Sigortalar ile sözleşme imzalamak istememesi. Özellikle eczacıların, soruşturma süreci ve tutuklamalar aylardır hala devam ederken, talepleri dinlenmeden, tek tarafın inisiyatifinde hazırlanarak kendilerine dayatılan bir sözleşmeyi imzalamayı tercih etmemelerini oldukça doğal karşılıyorum. Her ne kadar daire, bakanlık ve eczacılar birliği arasında benzer olayların tekrarlanmasının önüne geçmek adına bir protokol imzalanmış, Kıbrıs Türk Eczacılar Birliği tarafından “sözleşmenin son halinin tam istenilen şekilde olduğu” dile getirilmiş olsa bile, imzalanan protokol içeriği ve protokolün geçerlilik süresi ile ilgili de net bir bilgi henüz meslek birliği tarafından eczacısıyla paylaşılmış değil. Bu denli şeffaf olmayan bir ortamda, soruşturma sürecinde de sahip çıkılmayan ve yalnız bırakılan eczacılar bir kez daha aynı şeylerle yüzleşmekten endişe ediyor ve sözleşmeyi imzalayıp imzalamamak arasında ikide kalıyorlar. Bir yandan vatandaşın yasal haklarından yararlanabilmesi ve sağlık hizmetlerine en iyi şekilde ulaşabilmesi için sonsuz bir çaba sarf edilirken bir yandan da itibar ve gelecek endişesi taşıyan eczacılar için karanlık günler henüz bitmiş değil. Soruşturma süreci bitip de adalet yerini bulmadığı sürece de meslek grubumuzun aydınlık bir sabaha uyanması çok olası değil. Tüm bunların yanında bir de iade-i itibar konusu var ki soruşturma ve yargı süreci bittikten sonra ona da çok ciddi bir mesai harcanması gerektiğine inanıyorum.

Ülke genelinde yaşanan güven problemi hayatın her alanına sirayet ediyor. Vatandaş eczacısından, eczacı devletten, öğrenci üniversitesinden, halk polisten ve siyasilerden endişe duyuyor. Bu denli yozlaşmanın yaşandığı bir ülkede yüzüne baktığımız herkes mutsuz, umutsuz ve en önemlisi gelecek beklentisini yitirmiş durumda. Gelinen nokta ve tüm sürecin apar topar yargının üzerine yıkılması yakında yargıya da şüphe duyulmasına neden olacaktır ki bu toplum açısından çok tehlikeli bir durumun ortaya çıkmasına neden olur. Sağduyumuzu yitirmeden ve kutuplaşmaların esiri olmadan, hepimizin aynı gemide olduğunu ve tüm bu yaşananların sadece halk olarak bizim çabamız ve taleplerimiz doğrultusunda iyileştirilebileceğini farketmemiz gerekiyor. Böyle gelmiş böyle gitmek zorunda değil