Hayatımız Pamuk İpliğine Bağlı

"Gelecek sefere bu kadar şanslı olamayabilirsin bu nedenle üzüntüden ve stresten uzak durmalısın" dedi doktor. Yüksek sesle "nasıl" diye sormak geldi içimden ama sesimi yuttum ve sadece gülümsedim. Doktor, onay verdiğimi zannetti oysa ki benim tebessümümde büyük bir isyan gizliydi. Niçinler ve nasıllardan oluşan sorgu yumağımı göğsüme sakladım ve eşim tekerlekli sandalyeyi itmeye başladı, odadan ayrıldık.

Hastahane koridorlarında sandalyenin tekerlekleri gıcırdayarak hastahane odasına doğru ilerlerken beynimin içinde dönen soruları yok etmeye çalıştım ama olmadı. Eşimle ikimizde sessizdik. Kendi kendime düşünmeye ihtiyacım olduğunu anlamıştı. Sustuk hem de dakikalarca. Sorularıma kendim yanıt bulmalıydım. Ne olmuştu da ben bu kadar zarar görmüştüm? Bir şeyleri yanlış yaptım ama yanlış olan neydi? Koridorlar neden bu kadar soğuktu? Hastalar neden bu kadar çaresiz? Ben bir avukatım stresten nasıl uzak durabilirim? Bazı insanlar çok acımasız onları zihnimde affedip bana verdikleri acıdan özgürleşebilecek miydim?  Bu hastalık da nereden çıkmıştı?  Doktorlar teşhislerinde yanılmış olabilir miydi? Onunla yaşamayı nasıl öğrenecektim? Hayatım bir daha eskisi gibi olacak mıydı? Hastahanede daha ne kadar kalacaktım? Şayet ölmüş olsaydım eşim ve çocuklarım bensiz ne yaparlardı? Bu acıyla nasıl yaşarlardı? Peki ya, yine olursa? Hastalık tekrarlarsa?  Eskisi gibi canlı, hareketli, her şeye yetişmeye çalışan, herkese yetmeye çalışan, herkesi mutlu etmeye, toparlamaya çalışan o Meryem'e ne olacaktı? Tüm bu sorular hastahane koridorlarında odama gidinceye kadar, sandalyenin tekerleklerine eşlik edercesine beynimde dönüyordu. Soruların cevaplarını bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı; eski Meryem'i, o koridorlarda bırakmalıydım ve artık yeni hayatıma merhaba deme zamanı geldi de geçiyordu bile. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmamalıydı!

Tam olarak yedi ay öncesine dönecek olursak;  uzun bir dönem fiziksel olarak kendimi iyi hissetmiyordum. Şiddetli baş ağrıları, bitkinlik ve halsizlik beni tüketmişti. Canımdan çok sevdiğim Tiyatro'ya bile biraz ara verme kararı alacak kadar hatta. Doktora gidip kontrollerimi yaptırmam gerektiğini söylüyordum ama hep ertelemiştim. Yoğundum, kendime ayıracak zamanım yoktu. 

Olay gerçekleştiğinde oldukça sıradan bir Perşembe öğleden sonrasıydı. Ofisimden çıktım, kahvem elimde salınarak yürüyordum. Yetişmem gereken bir yer vardı. Telaşlıyım ama çokça da keyifli. Aniden, sol kolum aşağı düştü. Kaldırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Hissizleşti, beynimden giden komutları almıyor, sol koluma söz geçiremiyordum tabiri caizse. Arabanın kapısını zorla açtım ve içeri girdim. Kendimi sakinleştirdikten sonra sağ elimle sol koluma masaj yaptım. Sonra biraz karıncalanma ile birlikte hissim geri döndü. Elimi ve kolumu oynatmaya başladım. Kısa sürmesine rağmen benim için çok korkunç bir deneyimdi. Boyun fıtığındandır diye düşündüm ancak ertesi gün şiddetli baş ağrıları ve yüzün sol tarafında uyuşukluk da diğer semptomlara eşlik edince çok sevdiğim bir hekim dostumu aradım. Hakkını asla ödeyemeyeceğim bu hekim dostum beni hemen Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi acil servisine yönlendirdi ve birçok tetkik sonrasında kıymetli doktorlarımız teşhislerini koydu. Uyuşukluk ve hissizlik belirtileri kendini gösterdiği ilk anda hastahaneye başvurmam gerektiğini söylediler ve ben her zamanki gibi kendimi yine ihmal etmiştim. Ancak itiraf etmeliyim ki, yaşadığım bu olay hayatımda bir dönüm noktası oldu. Benim için artık tek bir gerçek vardı o da sağlığımın her şeyden önce gelmesi. Kendim için olmasa da ailem için bunu yapmak zorundaydım. İki çocuğumun da bana ihtiyacı olduğunu düşününce bu gerçek katlanarak büyüyordu. Değişmeli ve değiştirmeliydim.  Yaşam tarzımı, işimi, beslenmemi, alışkanlıklarımı değiştirmem gerektiği kadar kendimi de değiştirmem gerekiyordu!

Hayat o kadar garip ki, biz bazı planlar yaparken o bizim için başka hem de hiçbir zaman ön göremeyeceğimiz nitelikte bambaşka planlar yapıyor ve işler öyle bir noktaya geliyor ki, bu hayatta var olan tek bir gerçek yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Ölüm gerçeği! Bizler günlük hayatımıza, işimize, hedeflerimize, hayallerimize odaklı yaşarken çoğu zaman bu gerçeği unutuyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi, hızlı tempoda, varmak istediğimiz yere varabilmek için tam gaz uğraşıyoruz. Çoğunlukla da en çok kendimizi ihmal ediyoruz. Mesela, bir düşünün bakalım; bugün kendiniz için ne yaptınız? Eminim vakit bulamamışsınızdır söyle keyifle deniz kenarında uzanıp bir fincan kahve içmeye. Beyninizin içindeki yoğunluğu susturmak için meditasyon yapmaya veya kendi kendinizle kalıp sakin birkaç saat geçirmeye. Kitap okumaya mesela hem de sayfalarca...

Nasıl olmalıydı peki? Hastalanmamak için kendimi nasıl korumalıydım? Bu soruyu çok sordum kendime. Hastalık sonrası eve kapandığım dönemde bunu bolca düşünmeye vaktim oldu. Tek sorumlu ben’dim. Onlarca yükümlülük yanında başkalarına, hem de hak etmeyen insanlara kendimden daha fazla değer vermek, hayır diyememek, her soruna müdahale edip kendi başıma düzeltmeye çalışmak, haksızlıklara tahammül edememek, her yanlışı düzeltmeye çalışmak için mücadele vermek, kısacası bir koltukta on karpuz taşımaya çalışmak yormuştu belki de. Yavaşlatmalıydım. Hem tempomu hem de hayatımı. 

Uzun bir içe dönüş dönemi sonrasında nihayet sorularıma yanıtlar buldum. Çözümler ürettim. Belki sizin de işinize yarar diye aşağıda paylaşıyorum. 

Bunlardan bazıları; 

  • İş ile ilgili yeni kararlar aldım ve stresimi azaltacak yeni düzenlemeler yaptım. 
  • Uğraştığım birçok işte dostlarımdan, ailemden yardım istemeye başladım. Onlar da seve seve yardım ediyorlar. Hem onlar mutlu oluyor, hem de benim yüküm hafifliyor.
  • Sağlıklı beslenmeye, su içmeye, spora ve meditasyona başladım. 
  • Keyif veren anların süresini uzattım ve hatta bana keyif veren yeni alışkanlıklar edindim. 
  • Ne geçmiş, ne gelecek, an'ı yaşamanın önemini anladım. Akışta kalmanın huzurunu tadıyorum. 
  • Hayır demeyi öğrendim.
  • Küçük şeylere üzülmekten vazgeçtim.
  • Her şeye yetişmeye çalışmaktan da.
  • Ben olmadan da dünyanın dönmeye devam edeceğini idrak ettim.
  • Bazı şeylerin dağınık kalmasına göz yumuyorum.
  • İstemediğim ortamlarda bulunmamaya başladım.
  • Huzura ihtiyacım olduğunu anladım. Kaos ve stres yaratan herkesten ve her şeyden uzaklaştım.
  • Kimsenin sınırlarımı zorlamasına veya aşmasına izin vermemeye başladım. 
  • Saygısız davranışlara göz yummuyorum.
  • İkiyüzlü olanlarla sohbeti kestim.
  • Narsist ve bencil bireylere hoşçakal dedim.
  • Beni anlamak istemeyen insanlara kendimi anlatmayı bıraktım. Varsın onlar olduğumu düşündükleri insanı eleştirsinler hatta isterlerse bütün dünyaya anlatsınlar (onlar zaten hep konuşurlar, herkes için konuşurlar), artık umursamama kararı aldım. Onlardan ve samimiyetsizliklerinden özgürleştim. Artık hayatımda olmadıkları için de kendimi şanslı saydım.
  • Manipülasyonlarla başa çıkmayı öğrendim.
  • Beni gerçekten seven ve önemseyen dostlarımla sıkça bir araya gelmeye başladım.
  • Enerjimi tüketen insanlardan ve olaylardan kaçıyorum, enerjimi yükselten insanlara ve olaylara yer vermeye başladım.
  • Zamanımın ve emeğimin değerli olduğunu anladığımdan artık bunları boşa harcamamaya başladım.
  • Yazmaya ve okumaya daha fazla zaman ayırıyorum.
  • Yorgun ve rahatsız hissettiğimde evde kalıp dinleniyorum.
  • Deniz kenarında daha fazla zaman geçiriyorum.
  • Doğa ile daha sık bütünleşiyorum.
  • Kuruyan çiçeklerimin yerine yenilerini ektim.
  • Küçücük bahçemde sebzeler yetiştiriyorum.
  • Herhangi bir işle uğraşırken, kendimi tüketircesine değil, kendimi yormadan hallediyorum.
  • Seyahat planı yaptım. 
  • Negatif düşüncelerimi, pozitif olanlarla değiştirdim.
  • Korkularımla baş etmeyi öğrendim.
  • "El alem ne düşünür" diye tasalanmak yerine, "ben ne istiyorum" diye düşünmekle harcıyorum değerli vaktimi.

Kısacası ÖZGÜRLEŞTİM.

Ne kadar üzücüdür ki; ben bunları kırk yaşından sonra uygulamaya başladım. Farkındalık kazanmam için, illaki bir hastalıkla yüzleşmem gerekiyordu demek ki. Benim bu kalın kafam başka türlü anlamayacaktı çünkü. Yaşadığım olay bir farkındalık yarattı, atmaya karar verdiğim adımlar ise bir çeşit aydınlanma ve dönüşümdü benim için.

Fazlaca kişisel bilgiler içeren bu yazıyı sizlerle paylaşmak istememdeki amaç ise, pek tabi ki sizlere hatırlatmak istediklerimdi. Hani o gaza basıp gittiğimiz, kendimizi harap edip canımızı dişimize takarak uğraştığımız dönemler var ya, işte o dönemlerde, benim yaşadıklarımı hatırlayıp yavaşlamanız içindi. Bir nevi uyarı mahiyetinde diyebiliriz. Hatırlatmak istedim, neyi mi? Ne kadar yoğun olursanız olun, gerektiğinde yavaşlamayı unutmamayı! Aileniz ve dostlarınız hariç herkesi ihmal edebilirsiniz ama kendinizi ihmal etmemeyi! Küçücük bir sağlık sorununu önemsemeniz gerektiğini ve bir doktora görünmeyi ertelememeyi! Hepimizin bu koca evrende bir toz tanesi kadar olduğumuzu, birer fani olduğumuzu! İç dünyanıza dönerek, kendinizle yüzleşerek size zarar veren ne varsa değiştirmek için hala vaktiniz olduğunu! Değişimin; aydınlanma ve dönüşüm getirdiğini. Değişim ve dönüşüm için ihtiyacınız olan gücün içinizde var olduğunu ve bu gücü ortaya çıkarmak için sadece değişmeyi istemenizin yeterli olduğunu. 

Unutmayın ki sizler; biriciksiniz ve her şeyin en güzeline layıksınız. En başta da; maneviyatı zengin, kaliteli yaşanmış bir hayata... Siz değişirseniz dünya da değişir.

Ne demiş Mevlana;

"Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim; bugün ise bilgeyim, kendimi değiştirdim."

Sağlıkla kalın...