Paradigma: Kendince Bir Anlatı

Kişisel olan gerçekten politik mi? Eğer bu mevzu gerçekten böyleyse, mevzuata geçmesi için; anlatmak istediğim kesitlerim var.   

Asıl sahiplerini tanıyamadığım evimizde doğdum. Ve yerinden edilmiş insanların sokağında büyüdüm. Her akşamüstü, güneş gezegenin diğer yanağına geçerken, göğüs kafesimde belirir; bu insanların yele karışan hüznü.    

Kardeşim doğduktan iki yıl sonra öğrendim yalnızlığı. Babam en genç sesiyle konuştu dünyanın diğer ucundan. Arkasından annemi duydum. Bağırışlarını. Hatırladığım iki kelime var. Londra ve iltica. Yutkunamadım. Nenemin ellerinden kaçtım. Koştum. Yatağımın altına saklandım. İki masal okudu dedem dışarı çıkmam için. Nasrettin Hoca’dan ve Kırk Haramiler’den. O gün hissettiklerimi hâlâ kimseyle paylaşamadım.  

Bir mevsim sonra gördüm. Megafonlu Torosların eli silah tutanları Derinya Sınırı’na çağırışını. Askeri konvoyun sokağımızdan geçişini. Komşuların çocuklarını eve toplayışını. Yenidünyanın gölgesine oturdum. Annem buldu beni. Kundağındaki kardeşimin yanına götürdü. “Sakın odadan çıkma.” dedi. Dinlemedim. Nenemin kucağına kaçtım. Televizyonda gördüm ilk vahşeti. Taşla. Sopayla. Tasos’un kanı her akarken kuru toprağa.  

Tektipleştiren okul sıralarından geçtim. Bir öğretmenin söylenilmeyecek cümlelerinden. Kirpiklerimi düşürdüm. Ağlayamadım. Hayaller kurdum. Arkadaşlarıma anlattım. Tırmandığım ağaçların kokularına sarıldım. Arkadaşlarımla tehlikeli oyunlar düzenledim. Kaldırımlardan kaldırımlara misinalar çektim. Bisiklet sürenleri düşürttüm. Sapanımla camlar kırdım. 

Zerdali ağacına zincirlenmiş bisikletimden öğrendim özgürlüğü. Ev boştu. Yalnızdım. Su deposunun altında bir demir-makası buldum. Başarana kadar denedim. İnadıma dayanamadı zincir. Koptu. Bisikletimi esirlikten kurtarmak en güzel suçum oldu. Bunu pedal çevirirken hissettim. 

Sonra birden dünya değişti. Yedi sekiz yaş büyüdüm. Makinin ve baharın kokusunu hissettim. Kalabalık büyük bir şehre akıyordu. Okul kıyafetlerimle peşine takıldım. Bal rengi bir otobüse bindik. Mesarya’nın sessizliğini böldük. İlk kez hissettim uzayıp giden ovaların yurttaşlığını. Otobüs geniş bir caddede durdu. İndik. Yürüdük. Kendimi bir meydanda buldum. Elli bin insanın arasında. İlk sloganımı attım. “Kıbrıs’ta barış engellenemez.”  

Sonra solak bir işçi oldum. Harita fark etmeksizin. İnşaatlarda çalıştım. Belediyelerde. Hotellerde. Çeşit türlü işler yaptım. Refüjlerde ot yoldum. Mahallelere parklar kurdum. Sürüldüm. “Kamu hizmeti.” dediler. Ölenlere mezarlar kazdım. Çöp topladım. Rögar temizledim. Yıkılması gereken duvarları yıktım. Yenilerini diktim. Döndüm boyadım. Kokteyller yaptım. İnsanları sarhoş ettim. Tiyatro oynadım. Sanat buluşmaları düzenledim. Dünya kendi seyrinde döndü.  

Mağusa’nın sahillerinde yürüdüm. Dikenli teller. Polis uyarıları. Trafikte tanklarla karşılaştım. Dümeni sıktım. Göğümden helikopterler geçti. Kirpiklerimi düşürttüm. Vergilerimi toplayan devletin istediği gibi bir vatandaş olmadım. Ne devşirme bayraklara taptım ne de teşkilatların seçtiği politikacılara. Faşiste “faşist!” dedim. Hırsıza “hırsız!”, Ahlaksıza “ahlaksız!” . Kendinden güçsüze saldırana saldırdım.   

Kendi kendimle örgütlenerek iki kitap yazdım. Eylül Bir ve İlânihâye. Hakikatimden damıttım şiirimi. Maria bazılarını Rumcaya çevirdi. İki toplumlu antolojilere dâhil edildim. Çevrilen şiirlerim Kıbrıs’ın Güney’indeki ve Yunanistan’daki edebiyat dergilerinde yayımlandı. Uluslararası festivallere katıldım. Kırılma noktalarımı okudum. Kitap fuarlarında konuştum. Köküm ve bütünlüğüm merkezim oldu. 

Bir ismim oldu kendiliğinden. İki pasaportum. İki kimliğim. Ülkemden ülkeme girip-çıkarken, kimlik kartlarımı gösterdim. Ve varlığımı kanıtladım her defasında; kabinin arka tarafında oturan bir devlet memuruna. Zamanımdan tırtıkladı vatandaşı olduğum devletler. Ve uzun kuyruklu barikatlarda yüzleştim, arınma potansiyelimi kaybederek; iki kalpli kaosumun dünya saatindeki durgunluğuyla. 

Bu eksik ve devrik parçalar, iki adres bahşetti bana. Biri, Silahlı Kuvvetler Caddesi No: 4 - Mağusa. Diğeri, Nausicaa Beach No: 332 – Protaras. İkisinin de amacı ortak. Postacıların işini kolaylaştırmak. Ne de olsa, vatandaşı olduğum devletler biliyor, ortak bir devlet kuramadığımız sürece, ev sahibi olamayacağımı, “ev” diye tanımladığım topraklarımda; birkaç yüzyıl daha. 

Evet. Kişisel olan gerçekten politik mi? Gerçekten bu sorunun cevabına ihtiyacım var. Çünkü bazı şeyleri yaşamanın farkındalığıyla, süzülüyorum ölümün kamburuna yerleştirilen iki kalpli adamda; kendime ait bir hayat kurabilmenin telaşıyla…  

Ocak - 2024

Hüseyin Bahca