Bir süredir ülkemizde en saygın meslekler ciddi bir itibar ve varolma mücadelesi vermek zorunda kalıyorlar. Önce basın emekçileri, sonra mimar mühendisler, öğretmenler derken doktor ve eczacılar ciddi bir itibarsızlaştırma ile karşı karşıya kaldırlar. Tutuklamalar, davalar, medyada ve sosyal medyada yer alan eleştiriler, haberler... Ciddi ve ağır ithamlar, günlerce tüm ağızlarda aynı cümleler dönüp durdu. Aksi ıspatlanana kadar herkesin suçsuz kabul edildiği masumiyet karinesi hiçe sayıldı. Tespit edilmiş ve kanıtlanmış bir suç varsa cezasının elbette verilmesi, her zaman dediğim gibi adaletin yerini bulması gerekli, ancak ismi bu tür olaylarla anılmış olsa bile suçsuzluğu kanıtlanmış kişilerin de itibarlarının iade edilmesi hem mesleklerin geleceği açısından çok önemli hem de halkın güveninin yeniden tahsisi konusunda oldukça kritik. 

Bu olayların gündemde olduğu günlerde birlik yönetimimdeki konumum nedeniyle de pek çok kişiye defalarca açıklamalar yapmak ve olayın içyüzünün ne olduğunu anlatmak durumunda kaldım. Medyada sağduyulu basın görevlilerinin de yardımı ile konu hakkında kamuoyunda bir farkındalık da yaratıldı. Üzerinden bunca ay geçmiş olmasına rağmen hala tutuklanan, hesaplarına tedbir kimlik ve pasaportlarına el konulan eczacılar olduğunu biliyoruz. Konu ile ilgili ne kadar bilgilendirici haber ve açıklama yapılırsa yapılsın, bir şekilde itibarı zedelenmiş bu mesleklere ve meslektaşlarımıza yeniden güven ve saygı duyamayan ciddi bir kitle mevcut. 

Peki biz ne ara bu saygın meslekleri bu kadar değersizleştirmeyi başardık? Öncelikle konuların meslekler bazında olduğunu düşünmüyorum. Daha önceki haftalarda da bahsettiğim gibi her alanda bir değer kaybı ve yozlaşma mevcut. İnsanların bireyselleşmesi, kendi değerini anlaması gibi kavramların gün geçtikçe kontrolsüz şekilde yaygınlaşması bu tür hoyrat durumların ortaya çıkmasına ciddi bir zemin hazırlıyor. Emek vermeden, gerekirse maddi bedeli neyse ödeyerek bir şeylere sahip olma her yerde oldukça yaygın olarak başvurulan bir yöntem haline geldi. Herkesin zamanı da, kendisi de değerli o yüzden istediklerine en hızlı şekilde erişmek istiyor. Kendi mesleğimden örnek verecek olursam mesela ilacını gelip eczaneden almak yerine eczacının bir şekilde ona ilacını (yaşadığım en yakın örnek göz damlası) ulaştırmasını talep edilebiliyor. Herhangi bir nedenle ilaca veya eczaneye erişemeyecek birisinden de bahsetmiyorum, oldukça sağlıklı, genç, ulaşım imkanı ve maddi durumunda herhangi bir sıkıntı olmayan kişilerden geliyor bu tür talepler. Reddettiğiniz zaman geriliyorlar çünkü alıştıkları hayatta birileri sürekli onları bir konfor alanında tutmuşlar, her dedikleri yapılmış veya her istediklerine sahip olmuşlar. Sağlıkta yaşanan şiddetin temelinde yatan da bu. İstediği antibiyotiği yazmadığı için, istediği kadar hızlı şekilde muayene olamadığı için, istediği ilacı reçetesiz alamadığı için sağlık çalışanlarına sözlü veya fiziksel şiddet uygulama hakkını kendinde görmesi de bu nedenle. Parasını ödediği zaman hizmet veya ürünle birlikte kişiyi de satın aldığı yanılgısı oldukça yaygınlaşmaya başladı. Sosyal medya ise bu konuda tam anlamıyla bir provakasyon alanı, yazılanların ve söylenenlerin bir süzgeci olmadığı için algı yaratmak oldukça kolay. Öncelerde görmeye ve duymaya alışık olmadığımız şeylerle sıklıkla yüzleşiyoruz. Bankada veznedeki çalışana, restoranda garsona, markette kasiyere de yapılıyor ne yazık ki bu zorbalıklar. 

Hepimiz elbette biricik ve değerliyiz, ama kendimize verdiğimiz değerin de bir dozu, dengesi olmalı gerektiğini düşünüyorum. Diğer insanların da en az bizler kadar biricik ve değerli olduğunu unutmadan, kendi yolumuzda akıp gitmek en önemlisi. Eczacılık Fakültesi’nin ilk gününde bize öğretilen cümleyi her gün kendi kendime tekrar ediyorum: Doz aşımı kişiye ciddi zararlar verebilir. Hayatta her şeyin dozu çok önemli, ne eksik ne fazla...