İTAAT EDECEKSİNİZ İTİNAYLA…
Sığınıp anılara, geçilecek mi bu gece uykulara? Tutuklu ihanetler belirdi bayraklı çemberde, garantör ihanetlerin talimatlarının ekseninde. En temel yurt hakkımız ihlal edilerek yapıldı bu yine. Tacan Reynar, Növber Gürtay, Halil Karapaşaoğlu, ve orada bulunan birkaç arkadaşımız tutuklandılar ve geriye kalan bizler de şiddetli bir şekilde uzaklaştırıldık. Bir gözdağı, bir korkutmaca ile görev yerine getirildi nezih bir şekilde. En küçük tahammülün bile olmadığı, olamayacağı, temel yurt hakkımızın karşısında, taşıma nüfusla doldurulan sarayın olduğu, aktif eylem hakkımızın, kendimizi ifade etme gayemizin engellendiği bir ütopyadayız adeta… Tutsak ve mahkum, en büyük doğrularımızla, bir yanlıştık biz bu haritada….
Ya hasta olacaktık, ya da suçlu. Başka hiçbir çıkış yolumuz yoktu bu senaryoda. Orada çok daha büyük bir kalabalık da olabilirdi ama çok önemi yoktu kaç kişi olduğumuzun belki de… Yine polis zoruyla herkes uzaklaştırılacak mıydı daha fazla olsaydık? Belki evet, belki hayır… Orada büyük bir kalabalık yoktu, yoktu dün zıplayanlar, yoktu meydanları dolduranlar... Sahi, dün meydanlarda zıplayanlar, bugün neredeydi? Yoktu. Bazıları külliye açılışındaydı, bazıları da sonradan Polis Genel Müdürlüğü’ne gelip fotoğraf karelerini doldurma işlevsizliğini yerine getirmişti... Neredeydi baba muhalefet? Kendisine bu mücadelede pay edinenler? Sonradan insan, çocuk, kadın hakkı savunucularının özeleştiri yapma zamanı çoktan gelmiş de geçmişti bile… Boy boy resimlerde görünme vazifesinden ötede bir yerde olma gerekliliği hatırlatılmalıydı her fırsatta onlara... Yüzleri kızarırsa, utanırlarsa biraz da olsa…
Bizim payımıza düşen ya hasta ya da suçlu olmaktı yine ve yeniden, eskiyerek, yıpranarak… Başkalarının payına da oyunu kurallarına göre oynayıp her çiçekten bal almak düşecekti… Oyun her zaman olduğu gibi kurallarına göre oynanmalıydı ve oynandı da.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü, ihanetlerle, insan ve yurt hakkımızı savunmamızı gasp etmesi ile ünlüydü, ve biz ya suçlu olmalıydık ya da hasta burada… Bir kez daha dokundu sinir uçlarımıza, Sırrı Süreyya’nın öldüğü güne tekabül etmişti bu…
Adalet, hak, uzaktan yakından konuşulamazdı artık bu noktada, ve bu haksızlığa maruz kalmak artık hayatımızın her alanındaydı. Çok da provoke edici olmayan bir yazı vardı çemberdeki pankartta ve çok da önemli değildi ne yazdığı aslında… Herşey müstahaktı işgalciye, herşey mübah… Herşey planlanlanmıştı ve biz bu planın bir parçası asla olamayacaktık…
‘Hoşgelmedin, Go Home’ gibi daha provoke edici bir yazı olabilirdi ama ‘İrade bizde’ yazmıştık, kendimizi kandırıyorduk, çünkü irade bizde değildi oysa… Bu çok belliydi, her zaman olduğu gibi açıktı, ve biz belki de kendimizi kandırmak istiyorduk ısrarla… Bir kez daha iliklerimize kadar işgal altında olduğumuz tescillenmişti... İrade taşıma nüfusun, taşıma ihtiyaçların, taşıma çıkarların, taşıma ihanetlerin iradesiydi, ve en doğal hakkımız olan yurdumuza sahip çıkma hakkımız, söz sahibi olmamızın gerekliliği, yağmurun altında küçük bir direnişte ortadan kaldırılmıştı. Kaldırıldı… Dünya basınına yansıyacak olan görüntülerde bir kez daha görülmelidir iradenin işgal ve istila edende olduğu ve şiddete boyun eğmek zorunda bırakılmak bizim payımıza düşen…
En doğal yurt ve insan hakkımızı ifade etmenin bedeli vardı ve biz büyük bedeller ödemeye hazır değildik. Bir elin parmağını geçmeyen bizler bedeller ödüyorduk ve bu bedellerden beslenenler de vardı birkaç çekingen açıklama yaparak... Bu da en az işgalci kadar büyük ihanetti, vatan hainliğiydi… Bazılarımız yıldızlara tepeden bakıyordu çünkü…
Kendi yurdumuzda söz sahibi olacağız dediğimiz zaman, hiç tahammül yoktu buna ve şiddetle ortadan kaldırılarak yapılacaktı bu… Güneyden bir grup Agios Dometios’ta eylem yapmıştı ve biz yine bir arada olamamıştık, belki de en çok bugün beraber olabilmek için bir araya gelmemiz, organize olmamız gerekiyordu… Ama olamazdık…
Şimdi nasıl bir yerdeyiz biliyor musunuz? Samimiyetsiz çabaların o en anlamsız iradesizliğinde, bütün eylemlerin hiçbir işe yaramadığı bir yerdeyiz. Ve en küçük bir umuda bile tutunmaktan vazgeçmiş insan topluluğuz hepimiz… Varoluş ve başkaldırış hakkının suça suç katılarak gasp edildiği bir yerde, ölmeyi beklemek düşecekti payımıza bir kez daha… Tütsüsüz, kefensiz, hiç olmamışız, doğmamış gibi… Hiç yaşamamışız gibi gömsünler bizi, ve hiçbir mezarlık da dolduramasın tarihin hiçbir anında bu ihaneti ve vatan hainliğini…