YAŞARKEN İDAM, ÖLÜNCE İHTİRAM!
Halk, bir gün senin ne kadar haklı olduğunu anlayacak; lakin o gün sen olmayacaksın!
İşte Deniz Gezmiş...
Hani derler ya: “Kör ölür, badem gözlü olur; kel ölür, sırma saçlı olur.” İşte bu söz tam da bizi anlatır! Kendi ağlanacak hâlini görmeyip başkasına üzülen bir ahlaktır bu. “İnsan burnunun ucunu göremez,” derler ya, doğruymuş; kendi içindeki zulmü görmeyenler, acının sebebini hep dışarıda ararmış. Nice hayatlar, nice servi boylu canlar yok olup gitti; evlat anaya, ana evlada hasret kaldı... Bu toplumdan nice Denizler geçti, nice Yusuflar kuyuya atıldı; lakin hiçbiri Mısır’a sultan olamadı! Oysa asıl mesele, arkalarından yazılan şiirler ya da söylenen türküler değil; bu gençler hayattayken onları yaşatabilmekti!
Coğrafya kader değildir, lakin kederimiz (derdimiz) çoktur. Cemil Meriç'in dediği gibi; iki tip insan vardır: İyi insan ve kötü insan… İyi insan, kötüye kötülüğünü unutturursa, kötüden ahlak dersi dinlermiş. İyilerin bedbin, kötülerin etkin olduğu toplumlarda huzur yoktur. Kötünün sesinin gür çıkması haklılığından değil, iyinin suskunluğundandır. İyinin suskunluğu da bir nevi kötülüktür! Hatta cenazelerde bile bu ikiyüzlülüğün ritüeli vardır. İmam sorar: “Hakkınızı helal eder misiniz?” Cami avlusunda toplanan kalabalık, inansa da inanmasa da bir ağızdan “Helal olsun” der. Yaşarken helallik istemeye cesaret edemeyenler, ölünce tabuttan, imam aracılığıyla halka seslenmeye çalışır: “Hakkınızı helal edin!” Cemaat, gönülsüzce bile olsa “Helal olsun, iyi bilirdik” deyiverir. Her şey bir tiyatroya dönüşür. Oysa önemli olan, yaşarken doğru olmak, hak yememek, varsa yanlışın helalliğini istemektir!
Bizim toplumda, zalim rejimlerce gadre uğrayan iyi bir insan için diller, yaşarken değil, ancak öldüğünde çözülür. Çünkü ölüm, artık herkes için güvenli bir alandır. Zira ölen ölmüştür; artık konuşulabilir, bir tehlike yoktur! Yaşarken konuşmak cesaret ister; susmak ise akıllıca ve güvenli görülür. Ama ölünce, tehlike geçmiştir: herkes konuşur. Kimisi içten ve samimi, kimisi istemese de dönemin rüzgârına kapılarak, dilinin ucuyla “O bir melekti,” der. Bir zamanlar, Cumhuriyet gazetesi Nazım Hikmet[1] için manşetler atıyordu: “Tükürün bu hayâsızın yüzüne!” Bugün ise aynı gazete, Nazım Hikmet’in adını şiirlerle, anmalarla, güzellemelerle süslüyor.
Demem o ki: Rejimlerin diliyle kimseyi karalamayın, yargılamayın. Gün gelir, hain diye damgaladıklarınız kahraman; kahraman diye bağrınıza bastıklarınız birer sahtekâr olduğunu anlarsınız. Bugün nice önemsiz kişiler dev aynasında görülür, nice yüce insanlar ise görmezden gelinir. Küçük insanların basit gündeminde boğulduk; büyük hadiselere kayıtsız kalan bir halk olduk.
Bu ikiyüzlülük aslında bu coğrafyanın kadim bir hastalığıdır. Bir gün Hariciler[2], Hasan Basri’ye gelip sorar: “Pire kanı abdestimize engel midir?” Hasan Basri cevap verir: “Hz. Ali’nin kanı abdestinize engel değilken, şimdi pire kanını mı dert ediyorsunuz? Yani büyük zulümler, korkunç cinayetler gerek menfaatten gerekse korkudan umursanmaz; ama konu küçük ve sembolik, hatta bedel ödemeyi gerektirmeyen ayrıntılara gelince, hak hukuk dilimizden asla düşmez!
Ali Şeriati[3] de bu paradoksu şöyle tanımlar: “Ortadoğu halkı, her şeye üzülen; lakin hiçbir şey yapmayan bir halktır!”Başka coğrafyalardaki acılara ağlamayı severiz; ama kendi evimizin acısını görmez, kendi toplumumuzun zulmüne sessiz kalırız. Zulüm ile abad olanın ahirinin berbat olacağını biliriz elbet; lakin yine de iyinin yanında durmaya cesaretimiz yoktur! Zulüm sürerken haksızlığa sesimiz çıkmaz; tehlike geçip ölüm gelip her şeyi güvenli alana taşıyınca, toplumdan koparılan insanlara övgüler, ağıtlar, türküler dizmeye başlarız.
Tarihimiz, nice Deniz Gezmiş örnekleriyle doludur. Yaşarken 'rejim karşıtı' ve 'devlet düşmanı' ilan edilenler, öldükten sonra 'baş yüce' olmuştur!
Bu kötü ahlakımızın düzeleceğine dair bir umudum da yoktur. Zira biz, toplum olarak herkesi kendi konumunda olduğu gibi kabul etmeyi, birlikte yaşamayı, farklılıklarımıza rağmen diyalog içinde yaşamayı öğrenmedikçe, daha çok Denizler heba olup gidecek! Ve sonra, yıllar sonra, arkalarından türküler, şiirler, övgüler düzeceğiz, tıpkı bugün yaptığımız gibi!
Selçuk GENÇ
[1] Nazım Hikmet (1902–1963), Türk edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Toplumcu gerçekçi akımın öncüsü olup şiirlerinde emek, adalet ve özgürlük temalarını işler. Siyasi görüşleri nedeniyle hapis yattı, 1951'de vatandaşlıktan çıkarıldı ve Sovyetler Birliği'ne yerleşti. 1963'te Moskova’da vefat etti.
[2] Hariciler, İslam'ın erken dönemlerinde, 656'daki Sıffin Savaşı sonrasında Ali'yi hilafet için uygun görmeyen ve hata yapan Müslümanları tekfir eden radikal bir grup olarak ortaya çıktı. Şiddet yanlısı görüşleriyle tanınırlar.
[3] Ali Şeriati (1933–1977), İranlı sosyolog, yazar ve devrimci bir düşünürdür. İslam dünyasında modernleşme, sömürü ve adalet konularına yaklaşımıyla tanınır. İran İslam Devrimi’nin entelektüel öncülerinden sayılır; ne geleneksel dinî otoriteye ne de seküler çizgiye bağlıdır. Eleştirel ve devrimci bir İslam yorumu geliştirmiştir.