GÖRÜNMEYEN GERÇEKLİK: KAYIP NESİL!

Wqewqewqewqeqw

Kimden mi bahsediyorum?

Tabii ki: Göçmenlerden…

Bu nesil; 50 yıldır Toroslar’ı gören ama Trodos’u bir türlü göremeyen kayıp bir nesil!

Göçmenlik, insanlık tarihi kadar eski bir gerçekliktir. İnsanlar savaşlardan, yoksulluktan, zulümden kaçarak yurtlarını terk etmişlerdir. Bu nedenle göçmenlik evrensel bir olgudur. Bir bakıma, insan da göçmendir. Zira bu dünyada kimse kalıcı değildir; hepimiz bir gün bu dünyadan da göçüp gideceğiz...

Ama benim sözünü ettiğim göçmenlik, böylesine soyut ve felsefi bir gerçeklik değil. Bu göçmenlik, bu adada görünmeyen, duyulmayan, hesaba katılmayan insanların hikâyesidir.

Bu hikâye; 50 yıllık bir soruna bağlı mağdurların hikâyesi... Bu adaya kendi iradesiyle değil, tarihsel zorunluluklarla gelen insanların çocuklarının ve torunlarının hikâyesi...
Burada doğup burada büyüyen, ancak kimlikleri bir türlü tanınmayan insanların hikâyesi!

Hani derler ya: "Coğrafya kaderdir!" İşte bu hikâyenin başkahramanları, Toroslar’a bakarak büyüyen; Trodos’u ise hep tel örgülerin ardından hayal eden bir nesil... Güney Kıbrıs’a seyahat özgürlüğü olmayan, sınırın öte yakasındaki eğitim imkânlarından yararlanamayan, sağlık hizmetlerine erişim gibi en temel haklardan dahi faydalanamayan kayıp bir nesil!

Göçmen halklar, Kıbrıs sorununun adeta görünmeyen halkıdır. Kıbrıs’ta yarım asrı aşan çözümsüzlük sürecinde, bu halk çözüm masalarında hiç anılmaz, siyasal gündemlerde varlığı kabul edilmez. Ne iç politikada vardırlar ne de dış politikada... Siyasetçiler için yalnızca seçim dönemlerinde hatırlanan birer oy deposu, birer rakam, birer istatistiktirler. Ancak haklarını ifade edebilecekleri, seslerini duyurabilecekleri hiçbir mecra yoktur. Temsil edilmezler, dinlenmezler, hesaba katılmazlar.

Bu nedenle göçmen halklar, Kıbrıs sorununun görünmeyen özneleri hâline gelmiştir. Kıbrıs sorununa ilişkin göçmen farkındalığı da ne yazık ki çok düşük düzeydedir; hatta neredeyse yoktur. Bu yalnızca bireysel ilgisizlikten değil; siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyolojik nedenlerin birleşiminden kaynaklanmaktadır.

Dahası, akademik camiada da bu konuyu ele alan ciddi bir literatür bulunmamaktadır.
Birkaç istisnai yayın dışında, göçmenlerin Kıbrıs sorununa bakışı ve çözüm süreçlerine katılımı hakkında kayda değer bir çalışma yoktur.

Göçmenler için, çözüm süreçleri, dış politika tartışmaları, barış projeleri yalnızca birer vitrin süsüdür. Göçmenler, Kıbrıs sorununa o derece izoledirler ki; ne açılan kapılar, ne siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları arasındaki diyalog ve temaslar, ne de güneydeki eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmaya dönük güven artırıcı önlemler onların ilgisini çekmez. Çünkü bu halk, 50 yıllık çözümsüzlüğün travmasına mahkûmdur!

Ne sağ, ne de sol siyaset bu insanların uluslararası sorunlarına kulak vermez. Çünkü her şey günü kurtarmaya odaklıdır. Oysa bu halk günü değil, adanın geleceğinin kurtarılmasına katkı sunmalıdır.

Oysa dünya örnekleri farklı şeyler söylüyor.

Göçmenlerin demokratik dönüşüm süreçlerindeki rolü birçok ülkede belirgindir — elbette bunun aksi örnekleri de vardır. ABD’de Martin Luther King, Afroamerikalıların yaşadığı ayrımcılıklara karşı Yurttaş Hakları Hareketi’ni başlattı. Lincoln Anıtı önünde yaptığı meşhur konuşmasında şöyle dedi:

Çocuklarımın ten renkleriyle değil, kişilikleriyle yargılanacağı bir ülke hayalim var.

Bu hayal bir gün gerçek oldu. Çünkü o hayal, kitlesel farkındalık ve siyasal örgütlenme ile desteklendi. Yani göçmenlik bir coğrafyaya olumlu katkı sunabileceği gibi o coğrafyanın sorunuda olabilir.

KKTC’de göçmenlerin iç siyasette ayrımcılığa uğradığını iddia etmiyorum — elbette bu yönde iddialar da vardır. Benim eleştirim, bu insanların Kıbrıs sorununa dair fikirlerinin önemsenmemesi ve iç politikada yalnızca bir “oy potansiyeli” olarak görülmesidir. Göçmenler bu çözümsüzlük sürecinin nesnesi olarak görülmemesi için çözüm sürecinin bir parçası olmalıdır. Nitekim tarihte önemli bir fırsat yakalanmıştı.

Özellikle 2004 yılında, BM gözetiminde yapılan Kofi Annan Referandumu, göçmenlerin de bu adanın geleceğinde söz sahibi olabileceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu referandum büyük bir kazanımdı. Ancak ne yazık ki bu kazanım, iç siyasette doğru değerlendirilmedi ve zamanla heba edildi.

Türkiye-AB ilişkilerinde rüzgâr tersine döndükçe, göçmenlerin çözüm sürecine olan ilgisi de giderek azaldı. Bu ilgiyi doğru okuyamayanlar ise, özellikle federasyonu savunan muhalefet partileri oldu. Onlar da rüzgârın yönünü izlemeyi tercih ettiler. Böylece, 20 yıl önce doğan farkındalık rüzgârı sessizce sönüp gitti.

Kıbrıs sorunu, bugüne dek hep esen rüzgârlara göre şekillendi. Birlikte yaşam kültürünün inşa edilemediği bu adada, 1960’ta esen sert NATO rüzgârlarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hazır olmayan toplum, sadece üç yıl sonra nasıl alabora olduğunu acı biçimde tecrübe etti. Bu nedenle esas mesele, rüzgârın yönü ya da şiddeti değil; bizim o rüzgâra karşı nasıl bir duruş ve hazırlık içinde olduğumuzdur.

Bugün artık göçmen halk yalnızca yaşamak değil; görünmek, tanınmak, temsil edilmek istiyor! Çözüm, yalnızca sınır kapılarının açılması değil; bugüne dek görünmeyen insanların görünür kılınmasıdır. Bu nedenle göçmenlerin sesi olmak, ortak bir gelecek inşa etmek artık bir tercih değil, zorunluluktur. Göçmenlerin Kıbrıs sorununa dair farkındalığını artıracak politikalar geliştirilmeli; yaşadıkları mağduriyetlere çözüm getirecek parti programları hayata geçirilmeli; iç politikada daha görünür olmaları sağlanmalı ve karar alma mekanizmalarında etkin biçimde yer almaları temin edilmelidir.

Unutulmamalıdır: Kıbrıs’ta adil ve sürdürülebilir bir çözüm, ancak herkes o masada gerçek bir özne olduğunda mümkündür.

Bugün bölgede esen siyasi rüzgârlar ve jeopolitik gelişmeler yeni bir dönemin kapısını aralıyor gibi. Doğu Akdeniz’deki enerji mücadeleleri, AB’nin genişleme politikaları, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki yeni arayışlar ve Ortadoğu’daki sarsıntılar, Kıbrıs’ı yeniden tartışma masasına çekiyor. Ama bu yeni rüzgâr bir kasırga mı olacak, yoksa ferahlatıcı bir meltem mi?

Henüz belli değil.
Ama biz hazır olmalıyız.

Selçuk GENÇ.