Çiçek dediğim zaman aklıma bir karikatür gelir ki buna karikatür demem doğru mu? Bir araştırıyorum doğru gibi. Tam emin olamıyorum araştırma yapmama rağmen, soruyorum sorguluyorum, teyit ediyorum. Tabanca ucundan çıkan çiçek; aklıma çiçek deyince aklıma gelen bu sembol, karikatür müdür? “Düşündürüyor, duyguları geniş kitlelere yayıyor karikatür” diye açıklamış bir araştırma görevlisi. Yazılı basının önemli bir silahı diye ekleyip devam ediyor araştırma yazısına. Merak edip not ediyorum okumak için daha sonra.

Çiçek deyince akla hemen sevgiliden gelen çiçek gelmiyor, zaten sevgiliden de çiçek gelmiyor. Gelmemiştir, belki de hatırlanmayacak kadar ender gelmiştir kim bilir. Silahlar yerine çiçekler olsa genellemesi ve dileği yayılıyorsa evrene yüreğinizden çiçek derken; daha ne anlatılabilir ki ruhun derinliklerinden hem de tam da vicdani ret gündemdeyken. Ateşkes halinde olduğumuz yarım kalmış çeyrek adada, bir şeyleri reddedip bir şeyleri kabul ederek yolumuza devam ederken, bakıyoruz ki yol da artık bizim değil. Yolcu yine biz olsak da.

Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olurmuş sözünü o kadar beğeniyorum ki bu aralar, daha iyi tarif edilemezdi bazı insanların durumu. Yunus Emre işte; biliyor neyi nasıl anlatacağını.

“Ya elim al kaldır beni / Ya vaslına erdir beni / Çok ağlattın güldür beni / Gel gör beni aşk neyledi” demeden de geçemeyeceğim Yunus Emre deyince çünkü dörtlükler içinde en sevdiğim olmasından ayrı Yunus Emre deyince de aklıma gelen budur.

Bir çiçekten insan nerelere gidiyor, nerelerden geliyor ve daha nerelere gidebilir? Oysa sadece iş çıkışı bir yerde durup kahve içelim demiştik. Mağusa’m, nazlı kızım, kucaklamıştı yine bizi bizim haberimiz dahi olmadan. Surlarına bakarken, güzelliğini izlerken gelen kahvelere eşlik eden çiçekler yeniden ve yeniden hatırlatırken bazı kadınlara çiçek verenlerin sadece belediyeler olduğunu, bir kadına çiçek verilmemesi, alınmaması, sunulmaması ne büyük kabalık. Kabalık doğru bir ifade mi bilmiyorum, genelde bizim gibi toplumlarda bir hata varsa çiçek alınır, hastaya doğuma ölüme çiçek götürülür, hatta hurafe olsa da dilden dile zaman zaman; aldatan erkek çiçek alır lafları dolanır ve önyargılar çiçek almak isteyeni engeller. Bazen bir çiçek başa bela, bazen bir çiçek başa taç.

Oysa kadınlara çiçek alınır. Kadınlara çiçek alan birileri yoksa kadınlar kendi çiçeklerini kendileri alır, kendileri toplar, kendileri eker. Her kadın da çiçek almak ister diye düşünüyorum. İçinde güzellik barındıran şeyler neden kötü yorumlanır diye yorumlayanlara bir sormak gerekir. Ütopik olabilir fakat gerçekten de çiçekler çıkabilse o silahların içinden, tabancaların ucundan, kocaman kocaman ağızlarınızdan. Bir bir sözleriniz ile vurmasanız kurşundan ağır dilinizle. Tabancalarınızdan çıkan mermilerle canlar almasanız. Dünyaya çiçekler bağışlasanız nedensiz yere. Sevgiden ölse insanlar bir kez de. Çok sevildi yazılsa ölüm nedenlerine.

Çok sevemiyoruz ama çok ölüyoruz biz. Başta da kadınlar. Kadınlar, çocuklar, adamlar ve hepimiz. Ağaçlar, kuşlar, çiçekler, karıncalar. Hepimiz çok ölüyoruz ama nedeni sevgi olmuyor, nedeni sevgisizlik.

Ne güzel bir jestti o. Kafenin adını doğru hatırladığıma emin olsam adını da yazardım da doğru olmayan ya da tahmini bilgileri paylaşmayı sevmem. Defa defa bakmadan, emine yakın olmadan bilgi paylaşmam. Düşünceler şimdilik serbest.

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” Uğur Mumcu’nun okuduğumdan beri kendime ilke edindiğim bir sözüdür. Ondan dolayı sayısız sorgulamam, bir kelimeyi bile her harfine kadar araştırmam. Bunu kendimize not edeceğimiz, bilmeden öğrenmeden laf kalabalığı yapmayacağımız nice nice yazı’lı, sayısız günlerimiz olsun.

Tüge Dağaşan