Eskiden; yumurta kırılınca çıkan pislikti canımızı sıkan, bir yumurtanın kırılması bir de sütün taşması sonucu temizlik yapmak hep can sıkmıştır. Üzüntümüz çıkan pisliğeydi. Bugün kırılan yumurtaya üzülür olduk. Bir yumurta kaç para onun hesabına soktular çünkü bizi.
Yakındır dilim dilim, kaşık kaşık, lokma lokma hesaplayacağız kişi başı yiyeceğimiz yemeği ve yudum yudum planlayacağız içeceklerimizi. Yazık bize, cidden yazık. Üretmek yerine yok etmek daha kolaydı, yok ettiler üretimi. Hepimiz mutsuz olduk. “Üreteceğime alayım da günü geçireyim” mantığı ağır bastı. Ağır bastıkça bu düşünceler, her birimiz üretemeyerek yok olduk. Ruhlarımızı yok ettik. Koca ada ters döndü su altında kaldık. Sudan geldik zaten önermesi de kurtaramadı bizi boğulduk. Biz boğuldukça nefes aldı birileri, kendi kendimize “oh” der olduk. Onların oh’lardan binaları, bizimse ah’lardan dağlarımız vardı, içlerinden geçtiler benzinli araçları ile koca koca ormanları ateşe vererek.
Atmayı planladığımız yumurtaları; yüzünüze, demir kapılarınıza, camlarınıza, pencerelerinize, arabalarınıza atmayı düşünemeyiz bile artık. Zaten herhalde hiç de atamadık. Tavuğa mı acıdık kendimize mi bilmiyorum. Ne kaybedebilirdik, ne ise kaybedeceğimiz hepsini kaybettik. Sanki bundan sonra kaybedecek bir şeyimiz kalmamış gibi adımlar atacakmış gibi yapsak da ne adımlar atabildik ne de kaybedeceklerimiz bitti. Yığınla kaybetme, kapı dışında bizi bekliyor yeter ki o kapıyı açıp dışarıya çıkalım.
Üç yüz liraya üç gün idare edebilen üç çocuklu bir anneyi görene kadar kimse inanmaz üç yüz liraya bir gün bile idare edilebileceğine. Her liraya idare eder de insan neye edemez bilir misiniz siz de?
Eskiden her evde neredeyse tavuklar beslenirdi, azaldı. Yer evleri yerlerini apartmanlara bıraktıkça azalmaya devam ediyor. Azalıyor, tükeniyor, üretim bitiyor ve inatla bitmemesi için mücadele eden de var tabii ki; en saygın kişiler gözümde. Mücadele ediyorlar bir şekilde. Mücadelenin sonuna getiriyor onları da birileri, bir şekilde. Yazık üretim yapmak varken yoketim inatla devam ediyor ruhumuzu sömürmeye.
Çaresiz kalıyor insan, her ülke aynı durumda demek kolayına geliyor birilerinin. Sizden aşağı ekonomi yapısı olan ülkeleri göstermek daha da kolay geliyor, ekonomisi gelişenleri göstermekten. Peki neden?
Günlüğün olsun ya da olmasın, her gün biraz eve, biraz çocuklara, biraz mutfağa, biraz benzine ayırmak zorundasın elinde olan ya da olmayan parayı. Olmayan paraları harcıyoruz kimi gün. Bunu hayal bile edemez yaşamayan ve bugün herkes bir şekilde yaşıyor bunu. Her kesim kendince. Yetmiyor kimseye hiçbir şey. Oysa dünyada herkese yetecek kadar ekmek vardı. Olmasa fırınlar olmazdı. Olmasa sularla çevrili olmazdı dünya. Olmasa olmazdık… Kimseye hiçbir şey yetmedi.
Hangi dili konuşacağımızı şaşırdığımız, hangi dili konuşsak konuşmadığımız dilin eksik kalacağı yarım kalmış çeyrek adada, bir gün değil her gün bir markete hatta birden fazla markete girersiniz, girmek zorundasınız ve hangi dili konuşmanız gerektiğini şaşırdığınız için olsa gerek ki “dil bilmem” dersiniz. Oysa dil önemli. Her dil bir insan ama her insan bir dil olamıyor varsa yoksa hep din hep din.
Marketin sebze bölümündeyiz, kasalar, kasaların içinde çeşitli ürünler.. Kadın kolokas yazan etiket önünde durmuş bakıyor, kolokası arıyor belli. Kadın rum, gündeyden gelmiş alışverişe o da belli. Diğer kadın ona bakıyor, kolokas arayan kadın soruyor; kolokas? Kolokas yazan etiket önünde neden kabak var o belli değil.
Diğer kadın cevap veriyor “ohi kolokas kabak bolla bolla.” Kolokas etiketi önünde bolca kabak, adanın kuzeyinde bolca kabak ister çorbasını yap ister kızart. Dolmayı da sayardım da kıyma pahalı.
Tüge Dağaşan